Başını kaldırıp ekrandaki flaş haber anonsuna bakarken kolundaki 10 binlerce Franklık saate gözünün kayması takdir-i ilahi miydi bilinmez

Requiem

METİN UCA - @MetinUca

Hiç düşünmemişti, hiç aklına getirmemişti. Tam yüzünü yıkarken içeri giren üçüncü hanımının dehşet içerisinde “ölmüş” sözünü de kimin için söylediğini ilk başta tam kestirememişti.

Ama eşinin yüzündeki ifadeden hissetti. Midesine kramp girdi. Boğulacakmış gibi oldu. Korktu. Olacakları düşününce, kuruyan dudaklarının arasından “bana telefonumu getir” sözü döküldü. Ellerinin titremesiyle listede ilk kimi ararsa daha doğru bilgiye ulaşır, onu düşündü. Şimdi ne yapacaktı? Varlığını, tüm zenginliğini, kariyerini, geleceğini bağladığı kişi artık yoktu. Onun koruyucusu, ortağı, yol göstericisi, önderiydi. Daha geçen haftaki toplantıda dimdik, sapasağlam ve bütün hıncıyla ayaktaydı. Ama işte şimdi yoktu. Onun fani olduğu, o büyük şok içerisinde hala aklına yatmıyordu. Telefonda düzeltemediği karadeniz aksanıyla “Nasıl olur Allahım aklımı koru” cümlesine devletin o önemli bakanının ağlamaklı “bittik abi” yanıtı aslında her şeyi anlatıyordu.

Başka bir yerde…

“Öldü ha öldü.”

Sabah sporu esnasında yayın kesilip ağdalı, acıklı bir müzik eşliğinde altyazılar dönmeye başladığında aslında tam anlayamamıştı. Koşu bandının sesi açık ekranından duydukları sonrası, banttan tepetaklak yere yuvarlandı.

Her şeyin bir sonu vardı. Çok açık, çok vurgun, çok kazançta reisi, başkanı, abisi sırdaşıydı. Hani her yerde, her şeyde hep beraberdi, şimdi ne olacaktı?

Koca alkol göbeği ve terli atletiyle kendini lüks sitesinin spor merkezinde yapayalnız hissetti. Yüzü kıpkırmızı, sinir bozucu bir titremeyle bildiği bütün küfürleri kendine ederek hızla salondan çıkıp asansöre doğru koştu. Aklından binlerce düşünce geçiyordu.

“Onsuz ne yapacağım, onla üstlendiğim riskleri nasıl aşacağım” diye kendi kendine soruyordu. Asansörden indi. “Perde kapandı, perde kapandı” diye sayıklarken, bayılıp giriş kapısının önüne düşerken evdekilerin çığlıklarını da duymuyordu.

Başka bir yerde…

O öldü.

Başını kaldırıp ekrandaki flaş haber anonsuna bakarken kolundaki 10 binlerce Franklık saate gözünün kayması takdir-i ilahi miydi bilinmez ama saniyeler içerisinde ilk kez korkmaya başlamıştı.

Şimdi ne yapacaktı? Yerleşmeye çalıştığı Batı Avrupa ülkesinin elçiliğini mi, yoksa adı beraber geçen 3 arkadaşından birini mi önce arayacağına tam karar veremedi.

Telefon listesinde sırdaşının adı bir elmas gibi parladı. Kırık Azeri Türkçesiyle sesi duyuldu. “İnanamıyorum o öldü” sürekli tekrarlıyordu, her zamanki vurdumduymazlığından eser yoktu. Paranın gücünden emin adam sesi gitmiş, yerine çocuksu bir yalvarmayla ne yapacağını bilemeyen biri gelmişti.

“Abi ne yapacağız gözünü seveyim” sorusu kafasında yankılanıyor ama hiçbir şeye yanıt veremiyordu. “Ben de bilmiyorum kardeşim” derken telefonun elinden kayıp yere düştüğünü, sol tarafına felç indiğini ne telefondaki sırdaşı, ne de evdekiler fark etmişti.

Başka bir yerde…

Konutun sakin koridoru, özel kalem müdürünün makam kapısına delicesine vurarak içeri girip haykırırcasına “öldü efendim” haberini vermesiyle bir anda değişti. Yüzü bembeyaz kesilen ufak tefek adam, gözlüklerini düzeltirken yeni bir dönem başladığını ilk anlayan olmanın da farklılığını taşıyordu. Birkaç dakikalık sessizlik aylar gibi geldi. Konutun içinde telaşlı koşturmalar, hıçkırık sesleri, burun çekişler... Derken dudaklarından “Beni yalnız bırakın” sesleri döküldü. Büyük salonda tek başına kalınca artık daha kendisiydi. Hem bir yandan sevdiği, değerli bir dostunu kaybetmenin anlık üzüntüsü, diğer yandan önüne serilecek fırsatlar güç denizi ve o muhteşem sınırsız devlet imkanları işte şimdi hepsi eksiksiz onundu. Yüzünde eğreti duran mahcup gülümsemesi, başı eğik olduğu için kimse tarafından görülmedi.

Çocukluk günlerinde kendisine armağan edilen ilk oyuncağındaki gibi sevindi. Elini, büyük ceviz masasının üstünde ilk defa keşfediyormuş gibi, keyifle, heyecanla, güvenle gezdirdi.

Başka bir yerde…

Bayramlar, barış, dostluk, affetme ve sevgi günleridir.

Bu okuduğunuz hayali öykü bir gün gerçek olacak.

Sandığınız ya da sanmadığınız öyküdeki kişiler hayatımızı nasıl etkilediler, nasıl değiştirdiler, zorlaştırdılar, farklılaştırdılar... Elbet üstünde düşündünüz.

Bayramlar affetme günleri ama ya bu yazılanlar gerçekleştiğinde ne olacak? Ne hissedeceksiniz, acıyacak mı içiniz? O bağrışları, o kan kusturuşları, o yukarıdan bakışları, o güç sarhoşluklarını, otorite, ürküntü, ses çıkaramama ve acıları ne kadar hatırlayacak, ne kadar affedeceksiniz?

Ne hissediyorsunuz şimdi?

Ucu kaldırılmış, tam kabuk tutmamış bir yaranın acısı gibi mi fark ettikleriniz, yoksa nasır bağlamış bir duyarsızlıkta alıştıklarınız mı?

Bayram günü sormayalım mı, peşinden gidenler kadar olmasa da, ona ses çıkarmasa da, yanında durup göz yumsa da, biat edenler kadar acımasa da içiniz o ölünce siz ne hissedeceksiniz?