Resmi ideoloii eleştirisinin bİr diğer sorunu, devlet ile toplum arasında resi ideoloji dolayımıyla kurulan ilişkinin tek yönlü olarak kurgulanması, resmi ideolojinin sürekli olarak belletilen, yukarıdan aşağıya biraz da zorla dikte edilen bir öğreti olduğunun varsayılmasıdır

Resmi ideoloji eleştirisinin sorunları: “Türk tipi” laiklik

> CANGÜL ÖRNEK Yrd. Doç. Dr. Maltepe Üniversitesi

Türkiye’de “resmi” olmayan herhangi bir ideoloji kavramı üzerine neredeyse hiç tartışma yapılmazken “resmi ideoloji” eleştirisine bu yoğunlukta odaklanılmış olması üzerine düşünmeliyiz. Öyle ki, ideoloji denince akla neredeyse sadece resmi ideoloji kavramı geliyor. Devlet dışında ideoloji üreten özneler, bu ideolojilerin devletle ilişkilenme biçimi ve toplumsal hayattaki belirleyiciliği gibi daha katmanlı meseleler konu dahi edilmiyor. Tam da bu nedenle Türkiye’de ideoloji meselesinin kavranışında bir dizi ciddi sorunla karşı karşıyayız. Kuşkusuz bu sorunlar, ideoloji tartışmalarına özgü değil. Aslında bu alana, siyasi düzlemdeki çatışmalardan türeyerek yansıyor. Son olarak, “laiklik” ve “özgürlükçü” laiklik tartışmasında bunu bir kez daha gördük.

Güncele gelmeden önce “resmi ideoloji eleştirisi”nin sorunlu yönlerine kısaca değinelim. 1980 sonrası bir dizi gelişme Türkiye’de resmi ideoloji olarak Kemalizm’in eleştirisini pek çok kesimin ortak gündemi haline getirdi. 12 Eylül darbesine ve darbeci generallerin “Atatürkçülük” olarak adlandırdığı yeni resmi öğretiye duyulan tepki, Kürt hareketinin yükselişi ile özellikle yekpare Türk milleti anlayışının sarsılması, siyasal İslam’ın yükselişi ile laiklik ilkesinin sorgulanması, vb. bir dizi yeni eğilim, Kemalizm’e her kesimin kendi öncelikleri doğrultusunda yüklenmesine yol açtı. Aslında Türkiye’deki bu gelişmelerin ötesinde reel sosyalizm sonrası koşullarda kapitalizmin uluslararası yayılması ile bir siyasal/ekonomik birim olarak “ulus devlet”in tartışmalı hale gelmesinden bahsetmek gerekir. Böylece “ulus devlet”le ilgili aralarında ulus devletin resmi ideolojisi olmak üzere her şeyin radikal bir biçimde sorgulanabildiği bir dönem açıldı. Bu dönemin başat ideolojisi ise liberalizm oldu.



Tarih boyunca devletler, kendi varlıklarını gerekçelendiren ve yönetilenlerle ilişkilerini anlamlandıran resmi ideolojiler ürettiler. Bunun istisnası dün olmadığı gibi bugün de yok. Ancak ilgili literatüre bakıldığında, Türkiye’nin kapitalist devletler arasında “resmi ideoloji eleştirisi” söz konusu olduğunda hakkında en fazla analiz yapılan ülkelerin başında geldiği görülür. Türkiye ile birlikte resmi ideoloji kavramı merkezli eleştirilerden payını alan ülkeler arasında, liberalizmin tartısına vurulduğunda “devletin gereksiz büyüklükte” bulunduğu sosyalist ve eski sosyalist ülkeler yer alıyor. Bu bile tartışmada neyin norm, neyin sapma olarak kabul edildiği konusunda pek çok şey söylüyor.
Bu durum Türkiye’nin diğer kapitalist ülkelere kıyasla çok daha baskıcı bir devlet mekanizması ile yönetilmesinden mı kaynaklanmaktadır? Başka türlü de sorulabilir: Daha az baskıcı görünen ülkelerin resmi ideolojisi de daha az mı sorunlu? Resmi ideoloji tartışmalarına bakıldığında bu soruların içerdiği varsayımların açık ya da örtük biçimde savunulduğu görülmektedir. Her biri sorunlu olan bu varsayımları burada etraflıca ele almak mümkün değil. Ancak altlarında yatan “Türk tipi” devlet, “Türk tipi” ideoloji kavrayışına ve bugün yansımasını gördüğümüz uzantılarına değinebiliriz.


“Türk tipi” resmi ideolojinin “Türk tipi” laikliği mi?
Resmi ideoloji analizlerinin sorunlu yanlarının başında, Türkiye örneğinin biricik olarak kavranması ve yansıtılması geliyor. Biriciklikten kasıt, Türkiye’nin özellikle devletin siyasal, sosyal, ekonomik ve ideolojik rolü dolayısıyla istisnailiğin vurgulanmasıdır. Son olarak TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın “din temelli Anayasa” talebiyle başlayan tartışmada liberallerin ve liberal solcuların takındıkları tavır, bu düşünce biçiminin nasıl sürekli kendini tekrar ettiğini görmemizi sağladı. Bu tartışmada Türkiye’deki laiklik uygulamasını sorunlu bulan ve gerçekten –yani aynı kavramı kullanan Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan farklı olarak samimi bir şekilde- “özgürlükçü laiklik” istediğini belirten isimlerin üzerinde anlaştıkları nokta, Türkiye’deki haliyle laikliğin “Türk tipi” olduğuydu. Bu tartışma, doğrudan bir resmi ideoloji tartışması olarak açılmamakla birlikte, resmi ideolojinin önemli öğelerinden biri olarak laiklik anlayışı ile ilgili olduğu ve aynı yaklaşımla yürütüldüğü için resmi ideoloji eleştirisinin sorunlarından örneklemek bakımından güncel ve uygun bir başlık.

Türk tipi laiklik nitelemesi kullanılırken temel varsayım, kabaca ifade etmek gerekirse, Türkiye’de tanımlandığı ve uygulandığı biçimiyle laikliğin bir benzerinin bulunmadığı ve de bu haliyle laikliğin “evrensel” laiklik nosyonuna aykırılık teşkil ettiğidir. Buna kanıt olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığı, zorunlu din dersleri, vb. bir dizi uygulama gösterilmektedir. Halbuki, son yıllarda laiklik eleştirilerinde sıkça gönderme yapılan liberal “post-sekülerizm” anlayışının iddialarından biri, “evrensel” bir laiklik/sekülerizm anlayışının söz konusu olmadığı, ancak tarihsel ve coğrafi olarak belirlenmiş laikliklerden/sekülerizmlerden bahsedebileceğimizdi. Dolayısıyla aslında yakın zamana kadar, Cumhuriyet’in klasik “din ve devlet işleri ayrımı” formülasyonunun herhangi bir evrensellik taşımadığı ileri sürülüyordu. Din alanının düzenlenmesinde Türkiye’nin özgünlüklerini dikkate alan, “yerli” bir yaklaşıma ihtiyaç duyulduğu varsayılıyordu. Bu yaklaşım, her türlü evrensellik iddiasının yadsındığı post-yapısalcı dönemin ürünüydü. Böylece resmi ideoloji eleştirisinin hiçbir kapitalist ülkeye benzetemediği, daha doğrusu kapitalizmin evrensel özelliklerini taşımadığını ileri sürdüğü “Türk tipi” devlet, laiklik söz konusu olduğunda da “Türk tipi” bir yapı, kurumsallaşma ve anlayış üretmişti.

Resmi ideoloji eleştirisinin bir diğer sorunu, devlet ile toplum arasında resmi ideoloji dolayımıyla kurulan ilişkinin tek yönlü olarak kurgulanması, resmi ideolojinin sürekli olarak belletilen, yukarıdan aşağıya biraz da zorla dikte edilen bir öğreti olduğunun varsayılmasıdır. Halbuki bu öğreti toplumla buluştuktan sonra orada belli ölçülerde benimsenmekte ve yeniden üretilmektedir. Laiklik tartışmasına geri dönülecek olursa, bu tek yönlü kavrayış, sekülerleşmenin/laisizmin aynı zamanda toplumsal ilişkilerle ilgili olduğunun görmezden gelinmesine yol açar. Devletin laiklikten uzaklaşması tek başına devlet kurumları ve politikalarıyla ilgili bir sorun değildir. Devletin eğitimden sağlığa, medyadan belediye hizmetlerine kadar uzanan geniş bir alanda dinsel normlar doğrultusundaki uygulamaları, gündelik hayatın dinselleşmesine katkı yaptığı gibi, bu süreç kendi toplumsal ajanlarını da yaratır. Bu ajanlar kendi inançları doğrultusunda gündelik hayata müdahil olma hakkı kazandıklarını düşünürler. Örneğin, lokantada bebeğini emziren bir kadına sataşır, komşusunun çocuğunu imam hatip lisesine yazdırmamasını ayıplar, vs. Bu müdahalelerin her zaman kişisel düzeyde kalmadığını da belirtmek gerekir. Dinsel cemaatler ve tarikatlar eliyle örgütlenen önemli bir toplumsal alan olduğunu ve bu tür örgütlenmelerin hem toplumsal hayata hem de devlete uzanan bir etkiye sahip oldukları bilinmektedir. Dolayısıyla laikliğin bir yönü toplumsal hayattaki durum ve çatışmalarla ilgilidir. Bunun tek yönlü bir öğreti ya da uygulamalar dizgesi olarak görülmesi, çok daha karmaşık bir olgunun birçok boyutunun göz ardı edilmesi anlamına gelir. Devleti din işlerinden çekip almak şeklinde özetlenen “özgürlükçü laiklik” anlayışının en önemli çıkmazlarından biri bu noktadadır.

Son olarak laiklik tartışmasında da yeniden sergilenen “zaten hep böyleydi” ya da “zaten hep sorunluydu” tavrından bahsedilebilir. Resmi ideoloji konuşulurken anti-Kemalizm saplantısıyla meselelere yaklaşanlar da görülen 1920’lerden 2010’lara kadar Kemalizm’in aşağı yukarı aynı içerikle Türkiye’nin resmi ideolojisi olduğu kabulü, laiklik konusunda da tekrarlanıyor. Buna göre, bugün laiklik adı altında ortaya konulan yaklaşım ve uygulamalar, zaten hep sorunluydu. Hatta “laiklik zaten hiç gelmemişti.” Bu süreklilik ya da değişmezlik iddiasını ortaya atanlara göre fark, dün Kemalistlerde olan mekanizmanın bugün el değiştirmiş olmasıdır. Bu akıl yürütmenin güncel siyasal çıktılarının ne tür sorunlar barındırdığı bir tarafa, bu şekilde Türkiye’de herhangi bir toplumsal olguyu tarihselleştirmek ya da bugün gözlemlenen gelişmelerin niteliksel olarak bir farklılaşma içerdiğini ileri sürmek mümkün değildir. Bu tartışmadan da anlaşılmaktadır ki; Türkiye’de özellikle öğretiler, ideolojiler söz konusu olduğunda ele alınan konunun tarihselliğini ya da bugünkü karmaşıklığını yadsıyan bu liberal düşünme alışkanlığının terk edilmesi, özellikle yeni gelişmelerin hakkını verebilmenin ön koşuluna dönüşmüş bulunuyor.

1Resmi ideoloji kavramının Türkiye’de ele alınma biçimini analiz eden geniş kapsamlı bir makalem Praksis dergisinin yakınlarda çıkan 40. sayısında yayımlandı.

2Laiklik ve sekülerizm kavramları arasındaki fark, buradaki tartışma için önem taşımadığından burada iki kavramı birbirlerinin yerine kullanmakta sakınca görmüyorum.