“Çizgi, Bir Uçtan Öbür Uca” isimli kişisel sergisinde 250 adet eskiz ve desenini sanatseverlerle buluşturan Ressam Onay Akbaş, “Çizgi ressamın mutfağıdır. Eskizlerimi ve desenlerimi göstermeyi kendime de borç bildim” diyor.

Ressamın mutfağı

Sercan MERİÇ

Sanatçı ile eserlerinin sergilendiği mekânların ahenk içerisinde sanatseverleri ağırlaması çok sık görülen bir durum değil. 1550 yılında Mimar Sinan tarafından inşa edilen ve ışığın her açısını hayranlık uyandıracak kadar içinde misafir eden Hüsrev Kethüda Hamamı’nda, bugünlerde ziyaretçilerini ağırlayan Ressam Onay Akbaş’ın kişisel desen sergisi mekân ve eser uyumunun tam da hissedildiği bir buluşmaya ev sahipliği yapıyor. Akbaş’ın 1984-2022 yılları arasında ürettiği eserlerinin özenle saklanmış 250 eskiz ve desenini bir araya getiren ve ilk kez Paris Galerie Heart’ta gerçekleşen "Çizgi, Bir Uçtan Öbür Uca - Traits, D’un Bout à L’autre" adlı kişisel sergisi, 30 Nisan’a kadar ziyaretçilere açık.

Sergi için özel hazırlanan kitapta “Resim yapabilmek biraz da, gökyüzündeki bulutu ikna edip yeryüzündeki çiçeğin, böceğin, doğuran toprağın, susuz derelerin üzerine yağmurlar yağdırabilmektir” diyen Akbaş’la Hüsrev Kethüda Hamamı’nda buluştuk. Çizgiyi “Ressamın mutfağı” olarak tanımlayan Akbaş, ressamı da hayatın bir aşçısı olarak tarif ediyor. Ressamın, o mutfakta yapayalnız ve çırılçıplak olduğunu ifade eden Akbaş, “Çizgi için fikrin a hali diyebiliriz. Fikrin doğumhanesi. Benim çok klasik bir çalışma metodum var. Geçmişte Leonardo da Vinci nasıl çalışıyorsa ben de metot olarak, bunu kullanıyorum. Yani bir ön hazırlık yapmak zorundayım. Fikrimin ete kemiğe bürünebilmesi için eskizlere ve desenlere ihtiyaç duyarım” ifadelerini kullanıyor.

GEÇMİŞE YOLCULUK

Akbaş, böyle bir sergiyi yapmaya nasıl karar verdiğine dair soruya, “Sergide, 1984’ten 2022’ye kadar çizdiğim desenler bulunuyor. Bunları göstermek istedim. Bir şekilde yıllardır bunu kendime de borç bildim. Bu süreç 2 yılımı aldı. İlk sergiyi Paris’te yaptık. Çizgi, bir uçtan öbür uca. İkincisi referans olarak hayatı alsın istedim. Biraz elastikli bir isim koydum” cevabını veriyor.

Elbette, bu sergi hazırlanırken Akbaş, 38 yıllık serüvenini de yeniden ele aldı. Usta yazar Nedim Gürsel’in tabiriyle “Resimlerinde her zaman kendini yansıtan bir anlatı yapısına sahip olan” Akbaş, geçmişe dair yolculuğuyla ilgili, “Bu çalışmayı hazırlamak geçmişe döndürüyor tabii. Bunlar resimlerimin tapu belgesi gibi. Geride kalan 38 yıl yıllık profesyonel hayat gözümün önünden geçti” diyor.

İstanbul Maltepe’de 21 yaşında genç bir sanatçı adayı olarak ilk atölyesini açtığını anlatan Akbaş, uzun yıllardır Fransa’da yaşıyor ve çiziyor. Dünyanın birçok yerinde sergi açan ve eserlerini izleyicilerle buluşturan Akbaş, yolculuğunu şöyle anlatıyor: “Tabii insan hayatı keşfetmek istiyor. Başka kültürleri, insanları tanıma ihtiyacıyla bir Avrupa seyahatinde çıktım. 4 senelik profesyonel sanat yaşamından sonra oldu bu. Sonra Fransa’ya gittim. Kendimi kültür kazanının içine atmış oldum. Bu çok diri tutan bir şey olmasına rağmen çok da yorucu bir şey. Orada benim klasik eğitimimin etkilerini yıkabilmek için bir süreç gerekliydi. Aslında kendini tanıma periyoduydu. Dolayısıyla bir süre sonra desenlerimde bunun ilk etkilerini gördüm. Mesela sarı renkler çalışmalarıma girmeye başladı. Barok ve ışık gölge oyunlarının hâkim olduğu bir resim anlayışını yavaş yavaş terk ettim. Ekspresyonizmi modernize eden bir tavırla resimlerimi üretmeye başladım. Mekânı ve perspektifi reddeden, daha çok iki boyutlu, grafitinin de etkisinin olduğu bir anlayış eserlerimde hâkim oldu.”

TÜRKİYE’DEKİ DÖNÜŞÜM

Plastik sanatlar, özellikle de resim sanatı son yıllarda Türkiye’de bir dönüşüm gerçekleştirdi. Yeni sergisi vesilesiyle buluştuğumuz Akbaş, bu konuyla ilgili de görüşlerini paylaştı. “Soyut resmin Türkiye’de yükselişinin aslında Fahrelnissa Zeid’le başladığını söylenir” diyen Akbaş, Fransa’ya gittiği dönemde evrensel anlamda soyut resim evresinin kapanmaya başladığını anlatıyor. Türkiye’de sermayenin son 20-25 yıldır el değiştirmesiyle beraber muhafazakârların oluşturduğu yeni milyonerlerin kendi beğenisini alıp kentlerdeki beğeniye hâkim kıldığını belirten Akbaş, “Muhafazakâr sermayenin beğenisi sanatta da karşılık bulmaya başladı. Soyut resim ya da dekoratif içerik taşıyan resimlerden bahsediyorum. Zaten heykeli çok fazla konuşmaya gerek yok. Hep ikinci planda kaldı. O da çok trajik bir durumdur. Çünkü dünyadaki heykelin ana vatanı Anadolu” diyor.

Özgür sanatçı figürünün akademilerde ve okullarda çok fazla özendirilmediğini vurgulayan Akbaş, “Sanatçı daha çok piyasa işine eğiliyor. Sanatçı nasıl olunur? Sanatçı nasıl düşünür? Bu tamamen baştan ele alınmalı. Hatta akademi öncesi ele alınmalı. Bunu eğitim olarak verebilmek, insanlara o cesareti yüklemek çok önemli” ifadelerini kullanıyor. Paris’teki çalışma ortamına dair de konuşan Akbaş, “Fransa’daki sanatçı için bile konforlu sayılabilecek bir mekânım var. Ama gece gündüz koşturarak bunu elde ettim. Ne kimse beni destekledi ne de ben kimseden bir şey de bekledim” diyor.

FELSEFİ BİR ALTYAPI

Akbaş, gözlerini sokağa kapatan, haksızlıklara, hukuksuzluklara karşı üç maymunu oynayan, bencil bireyciliği ile sanatını icra eden sanatçılar gibi değil. Onu birçok konuda ses çıkarırken görebiliyoruz. Doğduğu Fatsa’da siyanürle altın madenciliği cinayetine dur demek için dünyanın çeşitli yerlerinde kitap okuma eylemi gerçekleştiren Akbaş, sokakla kurduğu ilişkiye dair şunları söylüyor: “Ben sokağa hassas olan bir insan yapısına sahip olmama rağmen sanatçılığım bundan biraz daha farklı. Bir konuya göre reaksiyonel resimler üreten bir insan değilim. Benim için yaşanılan bir olayın resim haline dönüşebilmesi için demlenmesi lazım. Benim süzgecimden geçebiliyorsa zaten beni etkiliyor demektir. Resim haline dönüşecek demektir. Ben resimlerimi genellikle bir konu üzerinden seçiyorum. O konu, insanlığın paylaştığı, ortak sorunlarına işaret eden bir kavram da olabiliyor. Bunun temelinde de mutlaka felsefi bir altyapı yatıyor.”

Bugüne kadar sadece kendi eserleriyle değil, birçok sanatçı dostuyla dayanışma içerisinde de olan, eserlerinde oluşturduğu oyunbaz ve renkli dünyayla yaşamı yeniden ele alan, kendi ifadesiyle “çağının tanığı yerine sanığı olmayı” seçen Akbaş, “Çizgi, Bir Uçtan Öbür Uca” sergisiyle 30 Nisan’a kadar sanatseverleri kendi mutfağına davet ediyor.