Değişim havasını koklayan sermaye çevreleri pozisyonunu güncelliyor. İktidarın yirmi yıllık yıkımına ortak olanlar piyasacı bir restorasyonun aktörü olmaya çalışıyor. Halka ‘oyuna gelmeyin’ diyen düzen içi muhalefet ise TÜSİAD’a ‘konuşun’ çağrısı yapıyor.

Restorasyon hayali halkın çözümü değil

Mehmet Emin Kurnaz

Ekonomik buhranla derinleşen siyasal kriz iktidarı köşeye sıkıştırdı. Saray yönetimi can havliyle çıkış yolu ararken, AKP’yi iktidara taşıyan sermaye grupları da pozisyonlarını güncelliyor. Krizden çıkışın mümkün olmadığını gören TÜSİAD önceki gün yaptığı çıkışla hükümeti ikinci kez uyardı. “Ekonomi biliminin ilkelerini uygulayın” diyen TÜSİAD’a yanıt Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan geldi. Erdoğan, TÜSİAD'ın açıklamasına, "Ey TÜSİAD ve yavruları sizin tek göreviniz var, yatırım, istihdam ve büyüme. Kalkıp da hükümete saldırmanın yollarını aramayın bizimle mücadele edemezsiniz” karşılığını verdi.

Bu açıklamanın yapıldığı gün dikkat çeken bir başka çıkış da MÜSİAD yönetiminden geldi. "Türkiye ekonomisi yalnızca döviz kuruna indirgenerek değerlendirilemez" denilen MÜSİAD'ın açıklamasında, "Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın önderliğinde uygulamaya konulan üretim, yatırım, ihracat ve istihdam odaklı kazanımlarımızı katbekat artıracağına inandığımız düşük faiz odaklı politikamızın destekçisi olduğumuzu yeniden ifade ediyoruz" denildi.


İktidara yakınlığıyla bilinen MÜSİAD’ın Erdoğan’a destek açıklaması sürpriz olmazken TÜSİAD’ın son dönemki çıkışlarını ise AKP sonrasına bir yığınak olarak değerlendirmek mümkün. Piyasacı politikaları devam ettireceği beklentisiyle AKP’nin iktidara gelmesinde büyük rol oynayan TÜSİAD, yakın döneme kadar hep AKP’nin arkasında konumlandı. İktidarın ne 20 yıllık yıkımını ne de Cumhuriyet değerleriyle hesaplaşmasını umursadı. Ekonomideki büyük çöküş ise TÜSİAD’ın aklına bir anda demokrasi ve laiklik gibi kavramları getirdi.

Yurttaş sussun patron konuşsun

TÜSİAD’ın serbest piyasa koşullarının gözetilmesi gerektiği yönündeki son çıkışında AKP sonrası kurulması arzulanan yeni piyasacı politikaların izleri hâkim. Düzen içi muhalefet ise bu yaklaşımdan memnun görünüyor. Bir yandan halkın sokaktan duyurmak istediği ses ‘oyuna gelmeyin’ denerek bastırılırken öte yandan TÜSİAD, hükümete karşı ses çıkarmaya davet ediliyor. Sermaye çevresine neoliberal politikaların sürdürüleceğinin garantisi veriliyor. Muhalefetin tutumu sermaye çevrelerinin ihtiyaçlarına göre şekilleniyor. Birtakım restorasyonlarla yetinen, sermayenin acımasız sömürü programlarıyla uzlaşan politikaların geldiği nokta ise halkın daha fazla yoksullaşması ve sömürü düzenini kimin devam ettireceğine karar verilmesinden öte bir anlam taşımıyor.

***

AKP’siz bir AKP rejimi sermayenin ihtiyacı

Sağcı bir restorasyon yapıldığına dikkat çeken siyaset bilimci akademisyen Fatih Yaşlı, konuya ilişkin şu değerlendirmeyi yapıyor: “Türkiye, neoliberalizme ‘ihracata dayalı birikim rejimi’ adı altında 12 Eylül Darbesi’yle geçmiş, buna uygun hegemonya projesinin taşıyıcılığını da Özal ve ANAP üstlenmişti. Ancak tutmayacağının işaretleri Özal’ın ölmesine kısa bir süre kala görülmeye başlanan bu hegemonya projesi, 90’larda net bir şekilde çökmüş ve Türkiye kapitalizmi çoklu bir krize girmişti.

Türkiye’de düzen 90’lar boyunca yaşadığı bu çoklu krize karşı çözüm reçetesini AKP şahsında bulduğunu düşündü. Adını da koyalım, TSK ve TÜSİAD’ın hayalindeki partiydi AKP, ANAP’ın tamamlayamadığı şeyi tamamlayacak ve hem ekonomik hem siyasi krizi bitirecekti.

Sahiden de AKP, ABD ve AB’nin de tam destek verdiği ve içeride hem devletle hem sermayeyle anlaşmış bir parti olarak iktidara geldi ve neoliberal ajandayı sadakatle takip etti. Özelleştirmeleri tamamladı, sendikal hareketi dağıttı, kurduğu sadaka mekanizması üzerinden yoksul kitleleri kendine bağlamayı başardı, dini sınıfsal çelişkilerin keskinleşmesinin üzerini örtmek için kullandı. Tüm bunları başarabilmesinin sırrı da dünyadaki parasal genişleme dalgasıyla AKP’nin iktidarının ilk yıllarının örtüşmesiydi. Türkiye’ye giren sıcak para sayesinde AKP faizleri, enflasyonu ve dövizin değerini düşük tutmayı başardı, bir ‘refah yanılsaması’ yarattı.

Bugün gelinen noktada, AKP’nin yirmi yıl boyunca izlediği politikalardan bütün bir sermaye sınıfı yararlanmaya devam ediyor. Ancak ‘sermayenin uzun dönemli aklı’ diyebileceğimiz bir şekilde TÜSİAD’ın Türkiye kapitalizminin geleceğine dair endişelerinin arttığını görüyoruz. Bu endişe ise sadece ekonomik bir karakter taşımıyor. TÜSİAD, yaşanan sürecin düzen açısından büyük bir meşruiyet kaybı anlamına geldiğini, bunun da bir sosyal patlama riskine kapı açtığını ve halktaki radikalleşme potansiyelini görüyor, yani kendi sınıfının çıkarları adına endişeleniyor.

Henüz doğrudan ifade edememekle birlikte, TÜSİAD’ın kafasındaki geleceğin Türkiye’sinde bugünkü haliyle AKP’ye yer olmadığı anlaşılıyor. Ancak 2003-2013 arası AKP’yi düzenin bütün aktörleri istiyor ve adeta AKP’siz bir AKP rejimi Türkiye’de düzenin bekasının garantisi olarak görülüyor. Düzen muhalefeti de buna uygun bir şekilde bir yandan kitleleri sokaktan uzak tutmaya ve pasifize etmeye çalışırken öte yandan da TÜSİAD’a konuşma ve elini taşın altına koyma çağrıları yapıyor. Türkiye’de düzenin krizi giderek derinleşirken, eğer emekçi halk kendi sınıfsal çıkarları adına siyaset sahnesindeki yerini almazsa, bizi bekleyen şey maalesef emekçi halkın bir kez daha siyasal alanın dışında bırakıldığı bir sağ restorasyon olacak.”

***

TÜSİAD’la değil emek örgütleriyle görüşsünler

“Bugün Erdoğan ‘TÜSİAD’ın arkasında CHP var’ diyor. Bu izlenimin yaratılmasında CHP’nin de katkısı oldu” diyen İktisatçı Prof. Dr. Aziz Konukman şu değerlendirmeyi yaptı: “CHP lideri TÜSİAD ile değil TMMOB, Türk Tabipleri Birliği gibi emek örgütleriyle görüşmeli. Bugün yaygın bir kanaat var, evet iktidar gidici, bu konuda hemfikiriz ama bunlar giderken muhalefet hiç değilse toplumsal muhalefete önderlik yapmalıydı. Çünkü gidenin arkasından yeni gelen ancak halkın taleplerini karşıladığı oranda orada kalabilir. Bugünkü ekonomik tedbirler belirli sınıfları rahatsız edecek. Bu sınıflar karşısında CHP kiminle birlikte olacak? Halk yığınları, onların örgütleriyle birlikte olmalı. CHP ise restorasyona yöneliyor, yani TÜSİAD ve başka kesimlerle temas halinde oluyor. Dolayısıyla, bence konum itibariyle stratejik bir hata işleniyor. TÜSİAD’ın açıklamasında serbest piyasa vurgusu yapılıyor. Bunun da altı özellikle çizilmeli.
CHP’nin durması gereken yer TÜSİAD’ın yanı değil. Emek cephesindeki örgütler, toplumun geniş örgütlü kesimleri. Hatta örgütlü olmayan kesimlerinin sözcüsü olabilmeli. Laiklik başta olmak üzere her konuda sessiz kalmış ama sınıf reflekslerini Ecevit döneminde çok açık bir şekilde gösteren TÜSİAD burada gecikiyor. Bugün neoliberal politikalarda köklü bir değişimi sağlamadan, oranın sadık bir yeni aktörü olarak ‘bak TÜSİAD da benimle aynı şeyleri düşünüyor’ gibi bir imaj verdiğinizde örgütlü halk yığınlarıyla olan mesafenizi daraltmak yerine daha fazla açarsınız.”