Liberal entelijansiya, 7 Haziran seçim sonuçlarını görünce, kendine epey pay vehm etmiş olmalı ki.
Şimdi yoluk kanatlarını kaldırmış, küllerinden yeniden doğmak için fırsat bu fırsat, telaşla “şaşmaz” ideolojik öngörülerini konuşturuyordu.

Herhalde son yıllarda “kişisel imtiyazlarından” kendilerini hayli yoksun bırakan, bertaraf eden otoriter rejimin “restore” edilmiş yamaçlarında yeni konum alma peşindeydi.

Yoksa böyle hukuken varlığı tartışılır devlet hakikatini “siyasi restorasyon” gibi afili kavram setine tıkıştırıp, büyük sermaye çıkarlarını gözeten “verili düzeni” ihya edip daha da “güçlü geri getirmeyi” kast etmezdi.

2010 referandum kampanyasına “hayır” diyen muhalif kesimleri “darbeci, askeri vesayetçi” diye itham etmeye kadar vardıran ve 2011 sonrası hızla Ortadoğu-Avrasya kırması otoriter rejime dönüşen “ileri demokrasiyi” canhıraş meşrulaştıran ideolojik üretimleri hala dün gibi hatırımızda.

Bugün ise bizim karşımızda halen MİT, İç Güvenlik, İnternet Yasası gibi zorba yasalarla totaliter kimliğini pekiştirmiş, meşru olan ne varsa “gayri-meşrulaştırma” istidadına sahip, anayasa vız gelir, liberal demokrasi miti ve piyasaların bile kanını donduran, yasama ve yargıyı kişisel ofisi zanneden, devletin güvenlik aparatları tamamen ele geçirmiş “fiili bir örgütlenme” vardı.

Yani “işte siyasi alan ve demokraside gedik açıldı, kapatalım” falan gibi gayet steril “insansız” tınılı ifadeleri sarf ederken emekçi kanı değmemiş, çocuk kanı akıtılmamış, bir mecradan bahsetmiyordunuz.

Ama tabi ki “Büyük uzlaşmaya” mecburuz diye direten sizler, beş yıl önce “yetmez ama evet” katharsisi ve şuur sarhoşluğu içinde tarifi imkansız bedellere mal olan bu tarihi süreci bugünlere getiren etik öngörüsüzlüğü “mecbur” yadsımak zorundaydınız.

Geçen hafta Akçakale’de gazetecilere yılışıkça “sizin de kafanızı keseriz diye tehdit eden” IŞİD militanlarını öz yavrusu gibi bağrında ağırlayan, sokaklarda tepelediği vatandaş ya da yüz binlerce Ezidi, Alevi, Türkmen ve Kürt’ün “ahh” çığlığının gelip duvarlarına çarptığı “Saray rejimine” dokunulmasın enkaz tarihi eser gibi “restore” edilsin isterdiniz.
Ve ivedilikle o reel politik “üst” aklınızın buyurduğu gibi “muktedir’i” yargılamaktan caymalı, Saray, 17-25 Aralık rüşvet, yolsuzluk, kara para akım şeması Türkiye istikrarının kurcalanamaz kırmızı çizgileri olmalıydı.

Nasıl olsa vatandaşın siyasi iradesi Meclis’e teslim edilmiş, düzen içi siyasetinin göstermelik temsili gerçekleşmiş, herkes evine girsin otursun hukuksuz, hakkaniyetsiz, eşitsiz nelere maruz kalıyorsa da artık “sussundu”.
Vakit “yeni neoliberal statükoyu” belirleyecek restorasyon zamanıydı.

Ama hukuken “dokunulmaması” tembih edilirken, hamlelerini artıran Saray hiç boş durmuyor “koalisyon kuramazlarsa millete hesap verirler” diye gürlerken Yeni Dönemin baş şekillendiricisi olduğunu gizlemiyordu.

Yani iktidar partisine siyaseten o kadar “muhtactik ki “ baktık olmadı, AKP-MHP koalisyonu kurulur ve İslamcı- şoven milliyetçi blok buluştukları antı-Kürt paydaşlık cephesiyle Suriye Savaşına doğru uzanırdı...

O yüzden sistemi yeniden konsolide eden panikli “dar ufuk turları” ve restorasyoncu aklı onların olsundu...

Çünkü artık bütün mevsimler “Haziran’a” doğru akmaya mecburdu, etik ilke ve sorumluluğun siyasi akıl’a dahil olduğu ve ödün verilemeyeceği anlaşılacaktı.