Anlaşıldı ki “15 Temmuz sonrası Türkiye’si” diye bir dönem olacak. Darbe girişimi sonrasında, tehdidin sürdüğü gerekçesiyle OHAL ilan eden AKP iktidarı, ülkeyi KHK’larla yönetmeye başladı. O gün bugün belli aralıklarla yayınlanan KHK’ların başlıca hedeflerinden biri de üniversiteler oldu. FETÖ’cü kesimleri hedeflediği söyleyerek başlatılan ihraçlar, önce barış imzacılarını ardından da, daha geniş bir sol kesimi hedefine koymuş bulunuyor!

Türkiye’de sol akademisyenler görüşlerinin zenginliği ve farklılığı ile bilinir. Bununla birlikte, söz konusu kesimin anlayış birliği içinde olduğu bir kaç konu varsa onlardan biri de, askeri darbelere ilkeli karşı duruşlarıdır. O nedenle bir darbe girişimine karşı ilan edilen OHAL ortamında bu kesimlerin hedefe konulması içinde derin bir ironiyi barındırmaktadır.

Sol geleneği ile bilinen Mülkiye, son KHK ile, 12 Eylül döneminde de olduğu gibi, en büyük darbeyi yiyen Fakültelerden biri oldu; Mülkiye bünyesinden filizlenen İletişim Fakültesi’nde de “hasar” büyük!

Türkiye için önemli bir akademik ortamdır. Ancak benim gibi kentleşme ve çevre sorunları alanında uzmanlaşmış akademisyenler için Mülkiye, Türkiye’de kentleşme alanın bir sosyal bilim dalı olarak doğuşuna öncülük yapmış olması nedeniyle ayrı bir öneme sahiptir.

Şehircilik Kürsüsü’nün doğuşu bugün içinde bulunduğumuz durum açısından ilginç bazı özellikler taşıyor. Bilindiği gibi, Hitler’in iktidara gelişiyle birlikte çok sayıda bilim insanı Türkiye’ye sığınmak zorunda kaldı. Bunlardan biri de 1935 yılında Türkiye’ye gelen Profesör Ernest Reuter’dir. Reuter, o dönemde kendisiyle çalışan Fehmi Yavuz’un anlattığı gibi, 1938 yılında Mülkiye’de öğretim üyesi olur. Fakülte’de görev yaptığı sekiz yıl boyunca şehircilik ve mahalli idareler dersleri veren Reuter, daha sonra kurulacak olan Şehircilik Enstitüsü’nün altyapısını da oluşturur. Reuter, Hitler’in yenilgisinin ardından, 1946 yılında Almanya’ya döner.

Reuter’in Berlin’e dönüşünden sonra izinden yürüyen Fehmi Yavuz, Cevat Geray, Ruşen Keleş gibi hocalar bu güçlü geleneği sürdürdüler. Bu gelenek, daha sonra Anabilim Dalı’na katılan daha genç bir akademisyen kesim tarafından bugüne taşındı.

Kendi akademik kariyerimde de Mülkiye’nin Reuter ile başlayan şehircilik geleneğinin önemli izleri vardır; Ruşen Hoca’dan yüksek lisans dersi alan bir akademisyen olarak, yine onun daveti üzerine Mülkiye’nin Şehircilik Ana Bilim Dalı’nda 4 yıl süreyle yüksek lisans ve doktora dersleri verme onuruna eriştim. Son KHK Ernst Reuter’in kurduğu Şehircilik Kürsüsü’nde görev yapan ve yer yer birlikte çalıştığım 5 öğretim üyesinden 2’sini Mülkiye’den kopardı.

Dün uzaklaştırılan akademisyen arkadaşlarımızla dayanışmak için gittiğimizde alınmadığımız Mülkiye’nin kapısında beklerken Reuter’si düşündüm. Berlin’e döner dönmez Berlin halkı özür dilercesine Reuter’i belediye başkanlığına getirmiş, ölene kadar bu görevini sürdürmüştü. Ölümünden sonra da, en önemli bulvar ve meydanlarına da onun ismi verilmişti.

Bir ay önce bir akademik proje toplantısı için gittiğim Berlin’de, hava alanından toplantının yapılacağı yere onun ismini taşıyan bulvar ve medyanı geçerek ulaştığımda “üzülerek” öğrendim, Berlin Humboldt Üniversitesi’nin Türkiye’de ihraç edilen akademisyenlere yönelik özel bir destek programı başlattığını ve ihraç edilen akademisyenlerimizi istihdam edeceğini!

Şimdi Mülkiye Şehircilik Kürsüsü’nden koparılan arkadaşlarımdan ya da diğer ihraç edilen akademisyenlerden Reuter’in damgasını taşıyan Berlin’e (akademik) yaşamlarını sürdürmek için giden olur mu, bilemiyorum! Umuyorum ki tarih tekerrür etmeyecek! Ama bildiğim bir şey var; tarih umarak değil, mücadele ederek tekerrür etmez.

O yüzden şimdi hepimizin önünde bu mücadele bir ahlaki görev olarak duruyor. Dayanışma içinde enseyi karartmayacağız.