Bundan yaklasık bir yıl önce Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde dev bir patlama meydana geldi. Onlarca insan can verdi, ilçe savas alanına döndü, savasın burnumuzun dibinde hatta artık içimizde oldugunu hisseder gibi olduk, Basbakan henüz olayla ilgili “Benim 53 Sünni vatandasımı öldürdüler” dememisti, aynı ayın sonunda baslayan haysiyet isyanının ardındansa belki de Reyhanlı’yı yeterince konusamadık.

Konusamadık, çünkü zaten içler acısı durumda olan majestelerinin medyasına bir de yayın yasagı getirildi. Konusamadık, çünkü Esad’ın bir diktatör oldugunu bin kere tekrar etmeden yapılacak her Suriye analizini vesayetçilikle suçlamaya hazır o tanıdık mahalle baskısı etkisini henüz tamamen yitirmemisti. Konusamadık, çünkü Reyhanlı Istanbul ya da Ankara’da degildi. Ve çok yorgunduk, 15-20 gün sonra olacaklardan kimsenin haberi yoktu, paralelle Uzun’un arası gayet iyiydi, aslında burası daha umutsuz, daha çıkıssız, daha karanlık bir yerdi Gezi’den önce ve Reyhanlı’dan sonra.

Aradan geçen zamanda islerin hiç de göründügü gibi olmayabilecegine dair çok alametler belirdi. Suriye, Israil ve Mısır’la aynı anda kavgalı olmayı basaran dahiyane “diplomasimizin” sonuçları büyük bir hızla ortaya çıktıkça, Reyhanlı’da olanlara dair alternatif teorilerin isabeti ve önemi de belirginlesti. Roboski’de kendi vatandaslarını bombalayan kimsenin hesap vermedigi, Hrant’ın öldürülmesine göz yumanların terfi aldıgı bir sistemin içinde yasadıgımızı herkes bilse de, herhangi bir konu ilgili ilgisiz jakoben/vesayetçi parantezine alındıgında zalimler magdura dönüsüveriyordu bu yıllarda. Reyhanlı’da olan da, öyle anlasılıyor ki, Suriye diktatörünün korkunç eylemlerinden biriydi ve çok da kurcalamaya gerek yoktu.

Mayısın son günlerinde birkaç arkadas orada gerçekten ne oldugunu anlamak ve taziye ziyaretlerinde bulunmak üzere Reyhanlı’ya gittik. Gözlemlerimizin bir kısmını 29 Mayıs 2013 tarihli Radikal gazetesinde “Reyhanlı’dan bakınca hiçbir sey aynı görünmüyor!” baslıklı bir ortak metinle kamuoyuyla paylastık, dileyen internetten bulabilir. Orada yer almayan yüzlerce anıdan biriyse beni hâlâ o güne götürüyor.

Oglunu patlamada kaybetmis bir anneyle konusuyoruz. Bu durumdaki bir insan ne kadar metin, ne kadar sakin olabilirse o kadar öyle olan bir anne. Bir ögretmen. Konustugumuz hemen herkes gibi o da aylardır böyle bir seyin beklendigini söyledikten sonra konu Basbakanın ziyaretine geliyor. “Sag olsun”, diyor, ve ekliyor: “bir sabah çok erken saatte çok yakından gelen helikopter sesleriyle uyandık. Bizi de öldürecekler sandım oglum”. Bir baskası, baska bir kurbanın erkek kardesi, aynı gün babasını darp etmelerine itiraz etmesi üzerine kolluk kuvvetleriyle yasadıgı “diyalogu” paylasıyor.

Devletin sefkatini hissettirdiginden hiç süphe yoktu Reyhanlı’da. Fakat insanlarla konusurken, acılarına, öfkelerine, sagduyularına tanık olurken aklımdan gitmeyen baska bir sey vardı. Hâlâ aklımdan gitmeyen bir sey. Türkiye’nin su anda yasadıgı her neyse ona ısık tutacak, titiz bir gazeteci tarafından arastırılmayı bekleyen bir sey.

11 Mayıs 2013 günü bir televizyon ekranındaki alt yazılarda gördüm patlama haberini. Içim sıkıstı, bize anlatılanın çok ötesinde bir sey oldugunu düsündüm ve daha fazla bilgiye ulasmak için Twitter’a baktım. Haberin ajanslara düsmesinden 12, 16, 23 dakika filan sonra yapılan bazı yorumlar vardı orada. Hayır, açıktan iktidar yanlısı kalemlerin ya da devlet görevlilerinin bildik pansuman-yorumlarından bahsetmiyorum. Kendini bir sekilde demokrasi/ sol/sosyalizm/marksizm kavramlarıyla tarif etmekte ısrar eden bazılarının yaptıgı yorumlardan bahsediyorum. Hiçbir sey bilmeden, hiçbir nesnel bilgiye sahip olmadan yapılan yorumlardan. Kendi siyasi pozisyonunu dogrulamak, “bakın ne kadar da haklı” oldugunu haykırmak için insanların taptaze felaketlerinin üstüne basmayı alıskanlık haline getirenlerin yorumlarından. Eski siyasetçilerden orta boy kanaat önderlerine, ruh hastası oldugu açık olan bazılarından edepli fanatiklere, bu insanların ezberden dösedikleri yorumlara, çocukça tepkilere bakıp büyük bir umutsuzluga kapıldıgımı hatırlıyorum.

Iste Gezi bir de bu arkadasların küçük bir kısmının son virajı alıp kendilerine gelmelerine, önemli bölümünün ise etkisini tamamen yitirmesine ya da açıkça iktidar saflarına savrulmasına vesile oldugu için de önemli. Ama o meçhul gazetecinin görevi hâlâ önemini koruyor:

Reyhanlı patlaması yasandıktan sonraki ilk 24 saat içinde kim ne demişti?

Bu sorunun cevabı son yıllarda yasanan beyin igfal operasyonlarının çogunu da tabak gibi ortaya çıkaracaktır.