Soyadı “Kızgın” olsa da onu hiç asık suratlı görmedim desem, yeridir. Yüzüne yakışan bir gülümsemesi vardı hep. Ölümünden bir

Soyadı “Kızgın” olsa da onu hiç asık suratlı görmedim desem, yeridir. Yüzüne yakışan bir gülümsemesi vardı hep. Ölümünden bir gün önce Dicle Üniversitesi Onkoloji hastanesinde ziyaretine gittiğimde de bitkindi, hali mecali kalmamıştı, sırtüstü uzanır vaziyette ama yüzü ve gözleri gülüyordu. Yanından ayrıldığımda kapıdaki kızı Rojda ve kardeşi Tarık’a söyledim “Çok acı çekiyor belli, ama morali diri ve sağlam”.
Lice, otuz senedir Kürt coğrafyasında süreduran savaşın ve ateşin içinde defalarca yakılmasına, yerle bir edilmesine, taammüden cinayetlere kurban gitmesine karşın onurunu, direncini korumuş bir şehirdir.
Ve Liceliler direngenlikleri, asi ve serdengeçtilikleri gibi birçok meziyetlerinin yanında; bütün bir Kürt coğrafyasında kaçakçılıkları, katırcılıkları, nakliyecilikleri ve erbabı ticaret mensubu olmaklıkları ile de tanınırlar.
İşte Rıdvan daha epeyce küçükken, ilkokul çağındayken, ailesi ticari işleri nedeniyle Lice’den ayrılır, Bingöl’ün Solhan ilçesine yerleşirler. İlkokulu ve orta, liseyi orada tamamlar. Bütün arzusu “hukukçu” olmakla birlikte hayat “ziraatçılığa” yönlendirir Rıdvan’ı. Ziraat Teknisyeni olur ve memuriyeti nedeniyle memur dernekçiliği yapar (Tüm-Der). Ama bir yanında hep hukuk’a ilgisi nedeniyle hak ihlallerine karşı mücadele etmek vardır. 12 Eylül 80 darbesi ile birlikte Bingöl’ün özel koşulları nedeniyle de “başı beladan” kurtulmaz. Her daim “göz önünde” olan olur Rıdvan. Gözaltılar, tutuklamalar, işkenceler artık vakayı-i adiyeden olur Rıdvan Kızgın için. Sonra da sürgünlük gelir üstüne üstlük. İçindeki hak ihlallerine karşı örgütlü mücadele hissiyatı ancak 2000’li yılların başı ile hayatiyet bulur. Ve memuriyetten emeklilikle birlikte Bingöl İnsan Hakları Derneğinin kuruculuğu ile yeniden yerleştiği ve bütün bir hayatını ortaya koyduğu şehir Bingöl ile yeniden buluşup mücadeleye kaldığı yerden başlamasına sebep olur.
Bingöl İHD’nin 2000 yılı ile birlikte kuruculuğundan ölümüne kadar geçen on yıllık zaman dilimi; Rıdvan’ın hayatında doğrudan şahsına yönelik daha büyük yönelimlerin yaşa(n)dığı bir zaman dilimi olur adeta. 10 yılda 107 soruşturma açılır hakkında, bunlardan 67’si davaya dönüşür. Kimilerinden ceza alır hapis de yatar.
Bütün bu ıstırap ve acı dolu yaşanmışlıkların zerresinden dahi yüksünmez ve her defasında “Ne var ne yok!” diye soranlara; tebessümüyle “Mücadeleye devam” der.
İnsan tekinin ruhu ve bedeni mücadeleye devam der de! Onulmaz illet hastalıklar bedene musallat oldu mu aman vermez. O onulmaz illet kanser son birkaç yıl içinde musallat olmuştu Rıdvan’a.
Eskiden insanlar mikrobik hastalıklara, mesela vebaya, verem’e ve diğerlerine yakalanıyorlardı. Mikrobik hastalığa karşılık da tedavisi uygulanıyordu. Şimdilerde artık yaşatılan onca zulüm ve acılar insan tekinde derin ve onulmaz, iflah olmaz yaralar açıyor. Gencecik yaşta alıp götürüyor. Önceki birçok “erken ölümde” de böyle oldu. Rıdvan da da…
Bingöl coğrafyasında devrimcilik ve demokratlık yapmanın ağır bedelinin ne olacağını adı gibi biliyordu Rıdvan Kızgın. İsteseydi kısmen daha rahat koşullarda ve daha rahat şehirlerde de anlayışı doğrultusunda hak ihlallerine karşı “mücadeleye devam” diyebilir ve çalışabilirdi. Ama Rıdvan yapmadı. Zora koştu işi. Biliyordu ki; Bingöl kirli savaşın en ciddi kırılma noktasıydı. Orda hak ihlallerine karşı mücadele başarıya ulaşırsa daha köklü ve kalıcı sonuçlar alınır(dı). Tam da bunu biliyordu ve zoru başarmak için Bingöl’deydi.
Rıdvan Kızgın akrabamdı ve arkadaşımdı. Mekân farklılığı nedeniyle çok sık görüşemesek de bir araya geldiğimizde hasret giderirdik. Samimi ve kararlı bir hak savunucusuydu. Çok ama çok zor koşullarda yaşadı. Sadece kendisi değil ailesi ve çocukları da o zor koşullardan paylarına düşeni aldılar. Onurla anılacak bir abide gibi ismini bıraktı geriye; Rıdvan Kızgın. Kızmadı hiç, ama kızılması gerekenlere inadına “Ben buradayım” dedi ve ekledi “Mücadeleye devam”.
Kaderin garip tecellisi ki onun hastalığa yenik düşüp öte yakaya göçtüğü gün (24 Temmuz 2010) Recep Tayyip Erdoğan Bingöl’de kalabalığa konuşuyor ve Bingöllü Zaza’nın gözlerinin içine bakarak ‘bana ve benim politikalarıma “Evet” deyin!’ diyordu. Ellerinde “Evet” bayrakları ile Bingöllüler muktediri alkışlıyordu.
Ve eminim şimdi Rıdvan yattığı kadim Amed toprağındaki mekânında bir kez olsun uğruna mücadele ettiği ve hayatıyla bedelini ödediği topraklar Bingöl’de kalanlara son kez ve bir kez, soyadı gibi kızıyor. Kızmakta da haklı…
Ayrıca ne çok haklı ki; hasta yatağında evinde ölümü bekleme tevekkülünü Rıdvan’a çok gördü devletin savcıları. Yeni kesilen bir cezasını gerekçe göstererek polis marifetiyle “kapıp” götürmek istediler. Dostları göğüs gerdi. Ve evinde değil hastane odasında öte yakaya göçtü. Şimdi Rıdvan bu nedenle de devlete ve politikalarına kızarak göçüp gitmiş ise haklı değil mi sizce de!