Baştan söylemeli, ilki 1973’te, ikincisi ise 2006’da çevrilen Wicker Man (Gizemli Ada/Lanetli Ada) filmlerini gördüyseniz, Ritüel’de neler olacağını kolayca tahmin ediyorsunuz. Wicker Man’i görmediyseniz de filmin nereye evrileceğini tahmin etmek zor değil. Titanic’te de geminin batacağını biliyorduk, önemli olan o noktaya nasıl gittiği diyorsanız: Maalesef o noktaya da gerilimi yukarda tutarak, seyircisini avucunun içine alarak […]
Baştan
söylemeli, ilki 1973’te, ikincisi ise 2006’da çevrilen Wicker Man (Gizemli
Ada/Lanetli Ada) filmlerini gördüyseniz, Ritüel’de neler olacağını kolayca
tahmin ediyorsunuz. Wicker Man’i görmediyseniz de filmin nereye evrileceğini
tahmin etmek zor değil. Titanic’te de geminin batacağını biliyorduk, önemli
olan o noktaya nasıl gittiği diyorsanız: Maalesef o noktaya da gerilimi yukarda
tutarak, seyircisini avucunun içine alarak gitmiyor film.
Korku ve
gerilim filmlerini “spoiler” vermeden yorumlamak çok güç. Filmi anlatmak hiçbir
zaman sevdiğim bir şey değil ama yorumlarken de bazı şeyleri anlatmak
durumundasınız. Bu yüzden isterseniz okumayı filmi seyretmenin ardına
bırakabilirsiniz.
Filmin
kahramanı Dani’nin ailesini kaybetmesiyle başlıyor hikâye. Danny’nin bipolar
kardeşi Terry, depresyondayken annesi ve babasını öldürüp intihar ediyor. Dani,
bu olayın şokunu yaşarken erkek arkadaşı Christian’ın İsveç’e gideceğini
öğreniyor. Christian, Josh ve Mark adlı arkadaşlarıyla birlikte Pelle adlı
İsveçli arkadaşlarının davetini kabul etmiş. Dani de geziye katılıyor ve 5
arkadaş Horga adlı kuzey İsveç kasabasına geliyorlar. Burada, 9 gün sürecek bir
ritüel yaşanacak, bahar karşılanacak. Üstelik, bu yılki 90 yılda bir yapılan
özel bir ritüel.
Filmin nasıl
karşıtlıklar üzerine kurulu olduğunu anlatmaya çalışayım. Amerikalı gençlerin
ilişkileri Mozaik grubunun söyleyebileceği şekilde (Plastik Aşk şarkısına
gönderme yapıyorum) plastikten. Ne Christian, Dani’nin sırtını dayayabileceği
bir sevgili, ne Dani’nin Josh’la ve Mark’la arkadaşlığı sağlam. Herkes son
derece bireyci, son derece yalnız, son derece rekabetçi. Bunun acısını en çok
çeken de en kırılgan ruh halindeki Dani. Vahşi kapitalist Amerika’nın bireyci evlatlarının
durumu bu.
Yönetmen Ari
Aster bu grubun karşısına sosyal demokrat-kapitalist İsveç’in ücra bir
kasabasındaki pagan-komünal bir toplumu koyuyor. Bu komünal toplumda birey
toplum için var. Seks bile, toplumun kendini yeniden üretmesi için yapılan bir
eylem, zevkle alakası yok. Mahremiyet de söz konusu değil. Toplumsal bir
kararla, toplu bir törenle çiftleşiliyor. Ölüm bile bireysel değil. Hayatı 16
yıllık mevsimlere bölüyorlar. 48-72 yaşları arasına denk gelen hayatın kış
mevsimi sona erince, ölüm de toplumsal bir ritüelle gerçekleşiyor. Henüz
ölmemiş ihtiyarlar, topluma yük olmamak ya da ritüel gereği intihar ediyorlar
(akla Narayama Türküsü geliyor). Acı birlikte çekiliyor, sevinç birlikte
yaşanıyor. Birey topluluk içinde eriyor, birey diye bir şey yok hatta.
Bütün bunlar totaliter komünist toplum imgesini simgeliyor diye düşünmemiz son derece doğal. Hiç de çekici değil, hatta dehşet verici. Yalnız kalmamak güzel ama bunun bedeli, bireysel özgürlüklerden feragat etmek. Daha önceden belirlenmiş bir düzen içinde yaşamak.
Öte yandan yönetmen Aster, filmin kahramanı Dani’ye,
erkek arkadaşı Christian’ı değil, pagan-komünal toplumu seçtiriyor.
Christian’ın bir ad olmanın yanı sıra Hristiyan anlamına geldiğini de söylemek
lazım. Yani Dani, paganlığı Hristiyanlığa, toplumculuğu bireyciliğe tercih
etmiş de oluyor. Yönetmenin tercihi de bu mu?
Baktığınız
yere göre filmin, bireyci kapitalizmin komünal bir toplumdan daha iyi olduğu
mesajını verdiğini de söyleyebilirsiniz, tersini de. Bana birincisi daha makul
görünüyor. Sonuçta Dani, ruh sağlığı yerinde olmayan bir kardeşe sahipti ve
kendisi de kötü durumdaydı. Sağlıksız bireylerin seçiminin, sağlıksız olduğu
filmin mesajı belki de. Ya da belki de ne yalnız ne de birlikte oluyor diyor
film. Toplumu bir büyük aile olarak görürsek (ben öyle görmem ama yönetmen
filminin aile hakkında olduğunu söylüyor), ne aileyle ne de ailesiz diyor film
sanki.
Ritüel,
Aster’in bir önceki filmi Hereditary’ye göre de, kendi başına
değerlendirildiğinde de başarısız bir film. Fazlasıyla uzun ve yavaş olmanın
yanı sıra, akmayan bir şeyler var filmde. Sinematografi güzel, başarılı
sahneler de var ama olmamış sonuçta. Ayrıca, modern kapitalist, bireyci ve
rekabetçi toplumun ilişkilerinin karşısına, çoktan tarihe karışmış, komünal bir
cemaati çıkararak tartışmanın de bir manası yok. Eğer bu cemaat komünist
toplumu temsil ediyorsa, bu yanlış bir temsil. Komünizmden anlaşılan bu değil. Ama
ABD ve Hollywood’un, bireysel özgürlüklerin tamamen yok edildiği komünizm
tahayyülü buna yakın bir şey.