(Bu yazı Midsommar filmi hakkında spoiler içermektedir.) ‘Gezmek için Avrupa’ya giden Amerikalı gençlerin feci işkencelerden sonra öldürülmesi’ hikayeleri Eli Roth’un Hostel (2005) serisiyle başladı. Öncesinde de Avrupa’yı dehşet kaynağı olarak gösteren filmler yapılmıştı tabii, mesela 1976 tarihli Omen/Kehanet’te şeytan bedenlenmek için İngiltere’deki Amerikan büyükelçisinin çocuğunu seçiyordu, ama Roth’un filmleri Hollywood’un ‘coğrafi keşif’lerinde radikal değişiklikler yaptı: […]

(Bu yazı Midsommar filmi hakkında spoiler içermektedir.)

‘Gezmek için Avrupa’ya giden Amerikalı gençlerin feci işkencelerden sonra öldürülmesi’ hikayeleri Eli Roth’un Hostel (2005) serisiyle başladı. Öncesinde de Avrupa’yı dehşet kaynağı olarak gösteren filmler yapılmıştı tabii, mesela 1976 tarihli Omen/Kehanet’te şeytan bedenlenmek için İngiltere’deki Amerikan büyükelçisinin çocuğunu seçiyordu, ama Roth’un filmleri Hollywood’un ‘coğrafi keşif’lerinde radikal değişiklikler yaptı: 1. Avrupa’da herkes düşmanınızdır, ama eski Doğu Bloku ülkelerinde yaşayanlar ölümcül düşmanınızdır. 2. Yolculuğunuz sırasında yüzünüze gülen, size yardım eden hiçbir Avrupalıya güvenmemelisiniz. Onlar amaçları için sizi harcayabilecek insanlardır. 3. Avrupa’ya giderek kendiniz kaşındınız; Amerikalının Amerikalıdan başka dostu yoktur.

Amerikan sağının yabancı düşmanlığını dozu artmış ve Avrupa’ya odaklanmış biçimde sunan bu filmlerde, kabaca ‘Nazi zulmünden kurtardığımız Avrupa bize şükran duymuyor. Savaştan sonra pek çok ülke ‘Amerikan yolu’nu değil başka yolları tercih etti.’ şeklinde özetlenebilecek bir ‘ulusal hayal kırıklığı’nın izlerini bulmak da mümkün belki. Sanki NATO’nun kuruluşuyla yaşanan resmi kutuplaşma süreci, ekonomik ve askeri yayılmacılık, Vietnam zulmü gibi unsurlar hiç olmamış gibi davranan ABD, başta Hollywood ve TV olmak üzere sosyal bilinçdışında bu karanlığı oluşturacak her türlü olanağa sahipti ve hepsini kullandı. Siyahların yurttaşlık haklarına ancak 1960larda kavuşabildiği, bugün Hispanik azınlıkların ‘yeni siyah’lar olarak mücadele verdiği bir özgürlükler diyarının bilinçdışından söz ediyoruz.

Bu hafta gösterime giren Midsommar/Ritüel de Hostel serisini doğuran etkenlerden mustarip görünüyor. Arkadaş grubundaki en iyi insan olan İsveçli öğrenci Pelle’nin peşine takılıp Avrupa’ya giden Amerikalı gençler pagan bir kömünün tuhaf ritüellerine tanık ve kurban oluyor.

Ritüel’in Hostel’den farklılaştığı yerler de var. Cüneyt Cebenoyan filmle ilgili yazısında kömünün fazlasıyla kolektif yapısına bakarak “Bütün bunlar totaliter komünist toplum imgesini simgeliyor diye düşünmemiz son derece doğal” diyordu. Cüneyt’in çıkış noktası doğru; sadece ‘komün’ ve ‘kolektif’ kavramları bile metaforik düzeyde kolayca ‘sosyalist Avrupa’nın göstereni olabilir. Ama bu komün bildiğimiz anlamda komünist ya da Marxist bir komün değil, tam tersi, en fazla ‘nasyonal sosyalizm’ tanımındaki kadar sosyalist bir faşistler topluluğu… Bu bir ‘ari din komünü’ olduğundan, komünde yaşayanlar komün dışındaki herkesi kendi ‘kutsal’ amaçları için kullanabiliyor. Film boyunca rünlere -Kuzey Avrupa kökenli, genellikle mitolojiyle ilintilendirilen, Yüzüklerin Efendisi’nden anımsayacağınız bu yazı işaretlerine ‘uthark’ deniyor- yapılan göndermeleri bu faşizan kayma bağlamında kapsayan bir görüntü var. İsveç yollarına düşmeden önceki bir sahnede bir kitap görüyoruz: The Secret Nazi Language of the Uthark (Nazilerin Gizli Uthark Dili). Hayatın her anı faşistik ritüeller üzerine kurulmuş komünde Amerikalı gençler bu uthark/rünlerle sıkça karşılaşıp ölümcül anlamını çözmeye çalışıyorlar.

Yahudi kökenli bir yönetmen olan Ari Aster belki de Avrupa’nın faşist geçmişi ve potansiyeline yönelik eleştirel bir söylem geliştirmeye çalışmıştır Ritüel’de, ama Makyavelist tavırların devreye girdiği yer totalitarizme en çok yaklaşılan yerdir; ‘amaca giden her yol mübahtır’ deyip, faşizan yollarla faşizm eleştirisi yapamazsınız. Yaparsınız da, Ritüel’deki ritüellere benzer bir şey çıkar ortaya…