“Canı cana, malı mala katarak”, sömürüsüz bir yaşamın ve ortaklaşmanın şehrini anlatacağım.

Irksızların, mülksüzlerin, zenginsiz ve fakirsiz yaşadığı bir şehir.

Dertsizlerin, tasasızların ve endişesizlerin dünyası.

Rızalık ve razılık üzerine kurulmuş. Üç can, bir cem olmuş.

Adı o yüzden Rıza Şehri kalmış.

Başka şehirlere benzemez.

Bu şehirde herkes hem varlıklıdır ve hem de varlıksız.

Yarin yanağından gayrı her şey ortaktır.

Kimsenin özel mülkü olmaz.

Alışveriş için bakkalı, satış yapacağı pazarı yoktur. Her şey hak meydanındaki halk pazarındadır.

Rıza Şehri bu..

Senin ve benim yok..

Özel mal ya da mülkiyet yok.

Sömürü yok. Baskı yok.

Her şey herkesin..

Burası Alevi öğretisindeki Rızalık şehridir.

Kralsız, sultansız, başkansız ve üyesiz.

Şeyhsiz, müritsiz.

Her canın diğer candan razı olduğu eşitler diyarıdır.

Rıza Şehri. Cennetin bu dünyadaki adı.

Bu şehirde senin-benim yok!

Para yok, emek var.

Tüketecek kadar üretmek var.

Kin yok, sevgi var.

Hırs ve bencilik yok, hiçlik var.

Şer yok, savaş yok; barış ve hayır var.

Hak meydanından cana can, mala mal katan komün var.

Bu şehirde ağaçların, çiçeklerin, kuşların, börtü böceklerin ruhu var.

Her canlının hakkı ve sözü var.

İnsan, doğa ve Hak ile tüm canlılar vahdeti vücut ile bir kılınmış.

Rıza Şehrinde kapılar kilitsiz, zira ne hırsızı, ne arsızı, ne yolsuzluk yapanı var.

Zoru ve şiddeti bilmez, bu şehir yalansız, fesatsız, kinsiz, kibirsiz.

Kıskançlık, nefret ve iftira bilmez.

Üstleri ve altları yoktur.

Herkes eşittir, birdir ve candır.

Cemalleri gülendir.

Rızalığa razı olanların şehridir.

Para, pul ve akçeli işlere de yabancıdırlar.

Hatta bir gün Sofi’nin biri, Rıza Şehrine uğramış, “Ekmek alır ve karşılığında para çıkarıp vermek ister. Fırıncı parayı görünce Sofinin bu şehirden değil, bir “Dünyalı” olduğuna hükmeder ve parayı geri çevirerek, “biz bunu ortadan kaldırmak için yıllarca uğraştık, büyük savaşlar verdik, anlaşılan sen Rıza Şehri’nden değilsin, “Dünyalı” olmalısın” der.

Eee “Dünyalı” bu, AVM kuşağı ve tüketim terörünün kurbanı. Firar ettirmişler “al rızalık, ver rızalık” dünyasından.

Rıza Şehri, Aleviliğin en ideal hakikat yoludur. Bu yola ikrar verilerek girilir. Yol ise rızalık vererek, razılık alarak yaşanılır.

Rıza Şehri ilk olarak 8. yüzyılın ortalarında İmam Cafer Buyruğunda dile gelmiş bir ütopyadır.

Diğer Alevi Uluları da, Rıza Şehri ütopyalarını şöyle anlatırlar; “Burada para pul geçmez. Burası Rıza Şehridir. Rızalıkla her istediğini alır, her istediğini yaparsın, dediler, yeter ki rızalık olsun”

Rıza üç̧ türlüdür; İlki kişinin kendisi ile rızasıdır. İkincisi toplumla rızasıdır. Üçüncüsü ise kişinin Yol ile rızasıdır. Eğer bir toplumda rızalık ve razılık sağlanırsa ve bu üç̧ rıza birleşmiş̧ olursa, el ele el Hakka insani kamil toplumuna ulaşılır.

Rıza Şehri, gönül şehri ve rızaya teslim olmak hiçliğe razı olmaktır. Alevi-Kızılbaş geleneğinin ozanlarından Kul Himmet Rıza Şehrini şöyle anlatır;

“Dün gece seyrimde bir şâra verdim
Niyaz ile kapıları açılır
Laleli sümbüllü̈ bağını gördüm
Bülbül öter gonca güller seçilir
Pazarında gül alırlar satarlar
Koklaşuban canı cana katarlar.”


Rıza Şehri bir uhrevi arzu değil, hakikatin yoludur.

Bu hakikat yolunun tek ütopyası vardır; Cehenneme çevrilmiş şu yeryüzünde cenneti kurmak.

Asırlardır Anadolu’da süregelen baskılara ve zulme karşı, hak ve adalet arayışı olmuş. Pir Sultan Abdal’ın “bozuk düzende sağlam çark olmaz” sözü, Osmanlı döneminde içinde yaşanılan bozuk düzene köklü bir eleştiri getirirken, “Şalvarı şaltak Osmanlı, Eğeri kaltak Osmanlı, Ekende yok biçende yok, Yiyende ortak Osmanlı“ dizeleri ise, toplumsal koşulların adaletsizliğine ve sömürü düzenine başkaldırı itirazı olmuştur.

Rıza Şehri, zalimin zulmüyle cehennemleşen hayata karşı, mazlumların cenneti yeryüzüne indirme ütopyasıdır.

Dünyanın diğer topraklarında süregelen zulme ve sömürülere karşı aynı kaygılar ve eşitlik ütopyası aranmadı mı?

16. yüzyılda Francis Bacon, ‘Yeni Atlantis’i, Thomas More, ‘Ütopya’yı, Tomaso Campanella ‘Güneş Ülkesi’ni, Platon “Devlet”i ve 19. Yüzyılda ise Karl Marx sınıfsız toplum komünist ütopyaları ile en ideal devlet ve toplumsal düzenini, işte bu sömürücü, talancı kralların, tiranların, feodalizmin ve kapitalizmin zulmüne karşı önerdiler.

Ütopyalar zalimlerin korkularına dönüşünce, “katli vacip” sayılmış. Ütopyası olanlara ağır bedeller ödetilmiş. Cennetin yolu cehennemden geçiyor. Amaçta zaten o değil mi? Cehennemi cennete çevirmek ve cehennemine ateş taşıyan insanlıktan firar etmek değil mi?

İmam Cafer-i Sadık, Rıza Şehri ütopyasının bedelini, 765 yılında zehirlenerek ödedi. Thomas More ise idam edildi. Tommaso Campanella 27 yıl zindanda kaldı.

“Peki bu Rıza Şehri nerede kardeşim?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim.

Cevaplayayım; Hacı Bektaşi Veli “Her ne ararsan kendine ara” diye öğütlemiş. İlki soru kişinin kendisine sorusudur. “Rıza Şehri benim aklımda mı, vicdanımda var mı?

Rıza Şehrinin ilk şartı kişinin kendi rızalık dünyasıdır. Dolaysıyla Rıza Şehri önce senin içindedir. Gündelik hayatımız ve ilişkilerimizde “al razılık ver rızalık nerede?” diyerek sorup aramakla başlayabiliriz.

İnan ki, Rıza Şehri imkansız olan bir umut değil, gerçeklemesi mümkün bir hayattır.