Rodeo’yu bilmeyen yoktur sanırım: Orta ve Kuzey Amerika’da gerçekleştirilen yarışma amaçlı bir gelenek. Boğanın bel kısmı bir kemerle sıkıştırılır, hayvancağız haliyle öfkeyle ve acıyla burnundan solur; işte rodeocu bu hayvanın üzerinde 8 saniyeden fazla kalırsa, yarışmayı kazanmış olur. Hayvanın üzerinde elbette eyer filan da yok... Rodeo yaparken şiddetli biçimde yere düşme, vahşi hayvandan kaynaklı darbelere maruz kalabilme tehlikesi var, dolayısıyla pek çok sakatlık yaşanabiliyor.

İşte mevcut koşullardaki koalisyon ihtimallerine bakınca aklıma rodeo geldi… Çünkü her koalisyon ihtimali mutlaka bir düşüşle, sakatlıkla, erken seçimle sonuçlanmayacak mı?
Hükümet makamı şimdi bir vahşi boğa ve üzerine bineni atacak. Öyle üzerinde rahat oturacağı bir çoğunluk (eyer!) de yok çünkü… Hükümete talip olanlar 8 saniye olmasa bile epey kısa sürede düşünce iflah olmaz ölçüde sakatlanacaklar.

(Şunu da ilave edeyim, “rodeo”nun kelime anlamı “hayvanların markalanmak üzere toplanması” demek. Sürü çobanlığına dair bir işlem yani! Demokrasiyi sürü çobanlığı olarak görenlere de cuk oturuyor.)

“Ah işte yine koalisyonlara mecbur kaldık” diye yakınanlara kulak asmayın. Birkaç yıl öncesine kadar da koalisyonla yönetilmiyor muyduk? AKP-Cemaat koalisyonu!
Anladık ki AKP- Cemaat koalisyonu meğer gerçek anlamıyla (mafya raconuyla) bir “sehem” [pay ortaklığı] kurmak şeklinde tecelli etmiş. İşte 17 Aralık’ta filan bozulan da bu sehemmiş!
Ama yine “yeni” bir sehem kurulabilir. Ve bu kez hakikaten rodeo tarzında olacak gibi. Peki, buna siyaset dilinde “dengelerin yeniden kurulması” diyelim ve Türkiye’de ancak “istikrarsız” dengeler geçerli oldukça, hâkim sınıf sehemlerinin çelişkili ve zoraki işbirlikleri üzerinde yeniden yükselebildiğini ve yeni işbirliklerin keşfedilebildiğini unutmayalım.

Şimdi rodeo meydanına önce AKP-MHP koalisyonunu sokmaya çalışıyorlar. Çünkü en makul sehemi bu ikilinin kuracağı görülüyor. (Gül ve Cemaat’in de sotada beklediğinden kuşku yok.) Ama TÜSİAD’ın gönlündeki sehem de AKP-CHP koalisyonuymuş. Seçim öncesinde Derviş boy göstermişti, son olarak da Baykal tesadüfen sahne almadı herhalde.

Şimdi bir süre daha spekülasyonlarla yetineceğiz. Ama çok önemli bir hususu atlamayalım. Seçim öncesinde Cumhuriyet gazetesine konuşan Kılıçdaroğlu, “Bir devri sabık yaratayım diye yola çıkmak asla doğru değildir” demişti. Seçim günlerinde bu sözün üzerinde pek durulmadı, çünkü asıl dert başkaydı. İyi de, Kılıçdaroğlu ne demek istiyordu? Hiç unutmam, 1974 yılında Ankara Necatibey Caddesi’ndeki Derya sinemasında bir toplantıya katılmıştım. Sosyalistler, Ecevit politikalarını tartışıyordu. Çünkü o sıralar hükümet kurma şansını yakalayan Ecevit’te uzlaşmacı bir haller başlamıştı, 12 Mart’ta yaşanılan işkence ve zulüm üzerine sünger çekmekten söz ediyordu. Toplantıda Can Yücel konuşurken Ecevit’e şöyle seslenmişti:

“O süngeri sıktığın zaman, süngerden kan damlıyor, kaaaaan!”

Umarım, 40 yıl sonra yeni bir sünger çekme siyasetiyle karşılaşmayız. Çünkü seçmenin çoğunluğu tam da “bir devri sabık” yaratılsın diye oy kullandı işte…

HDP’ye gelince; sanırım barajı aşmasıyla birlikte, eleştirilerimizi kimi zaman erteleyip “pozitif ayırımcılık” uyguladığımız günler de geri kaldı. Mesela şu “emanet oy” tartışmasında kendileri de buna ihtiyaç duymayacaklarını ilan ettiler. Seçim gecesi samimiyetle yapılan “emanet oy” tespiti, Kandil’den yapılan uyarıyla iptal edilmedi mi? Ama seçim öncesinde çok hayırlı bir gelişme yaşandı. Yakın zamana dek mitinglerimizde Türk bayrağı görüldüğünde, hemen şoven-ırkçı damgasını yerdik. Oysa artık HDP mitinglerinde Türk bayrakları, hem de Kemalist simge “kalpaklı Mustafa Kemal” bayraklarıyla birlikte dalgalanıp durdu.

Hükümet için koalisyon konuşulurken toplumsal muhalefet düzleminde de konuşulabilir mi?

Hayır, çünkü toplumsal muhalefet için koalisyon (rodeo!) değil “birleşik güç” şart.