Nehir kıyısında bir gümrük kapısı. İlerisi Dicle. Bizi oraya getiren araç sahibi “Buradan ötesine kayıkla gidilecek” dediğinde şaka yaptığını sanmıştım.

Irak Kürt Yönetimi alanındaki gümrük binasında işlemlerimiz yapıldı. Az ilerdeki Dicle kıyısına indik. “Rojava Devrimi için Avukat Dayanışması” olarak; farklı siyasal çevrelerden sekiz avukatız. Heyeti izleyen üç gazeteci; BirGün, Evrensel ve Etkin Haber Ajansı’ndan.

Dicle’den karşıya geçtiğimizde, içinde bulunduğumuz kayık hızla kıyıya vurduruluyor ki iyice yanaşmış olsun. Çünkü iskele yok. Kıyıda, kalaşnikoflu görevliler. Prefabrik gümrük yapıları. Her şey bir oluş halinde. “Azad Rojava” sözleri ile karşılandık. Hepimizde, bir devrimin yaşanmakta olduğu topraklara ayak bastığımız duygusu…

Geçen hafta, şiirin nerede yazılacağına ilişkin bir yazı yazmıştım.  Erken davranmışım; bu zamanda şiir Rojava’da yazılmalı. Çünkü, terminolojideki yerine hiç bakmadan demek gerekir ki; Rojava’da devrim adımı atılmış ve yürünmekte. Kürt özgürlük hareketi, savaşla ortaya çıkan kriz koşullarında ülke yönetimine el koymuş. Zaten devrimler de böyle savaş ve kriz dönemlerinde olgunlaşır.

Devrim, sadece yönetimi ele almak demek değil elbet. Ülkenin tüm yönetim birimleri ve kurum temsilcileriyle ayrıntı görüşmeler yaptık: Adalet Bakanlığı, Adalet Akademisi, Anayasa Mahkemesi, Adalet Meclisi ve yargı kurumları, Başbakan, Meclis Başkanı, gençlik ve kadın örgütleri, kültür kurumundan askeri hastaneye kadar... Dahası IŞİD ile savaşın sürdüğü Serekaniye’de YPG/YPJ merkezinde yönetici ve savaşçılarla uzun görüşmeler.

Bu görüşmelerin dışında bir yer daha; Türkiyeli savaşçıların yoğunlukta olduğu, ama pek çok Avrupalı katılımcının yer aldığı Uluslararası Birlik. Küresel kapitalizm çağında, küresel kavramlara yem olmayan ve devrimci terminolojinin en romantik kurumlarından biri olan enternasyonalizm örneğine tanık olduk. Farklı ülkelerden -Suriyeli Alevi ve komünist Arap dahil- insanlık için savaşmaya gelen, gencecik, kendine güven dolu insanlar.

Peki bu, “Devrim” demek için yeter bir tablo mu? Elbette hayır. Ama, tüm Rojava’da komünler biçiminde örgütlenme başlatılmış. Halkın her konudaki karar yetkisi komün yönetimi ile sağlanmak isteniyor. Komünler, köylerden kentlere ve farklı ulusları kapsayacak biçimde düşünülmüş. İlk zamanlarda temkinli yaklaşan Süryaniler ve Araplar şimdi devrimin çalışmalarına katılmaya başlamışlar.

Ülkede farklı ulusların arasındaki dengeye öyle özen gösterilmiş ki; Başbakan Kürt, yardımcısı Arap, Meclis Eşbaşkanı Süryani… Herkes yeminini kendi dilinde yapıyor.

Bunlar yeterli mi? Değil. Devrim Yönetimi, Baas rejimine ait topraklara el koymuş. Bunları, kooperatiflerde örgütledikleri köylülerin kullanımına sunmuş. Mahkemelerin gücünü ve işlevini azaltıp zayıflatmak için tüm sorunların öncelikle Sulh Komitelerinde çözülmesi ilkesini getirmişler. Komün örgütlenmesinin bir parçası olan Sulh Komiteleri çalışıyor. Sorunların yüzde 70’i buralarda çözüm buluyor. Kalanı ise “Halk Mahkemelerinde!” Duruşmaları izledik. Hepsi gerçek. Yani devrim bir rüya değil, toplumsal gerçeklik. Bu devrimde trajik olan yan ise, bu bilgi ve haberlerin Kapıkule’den, yani Batı’dan değil Doğu’dan, Habur’dan gelmiş olması! Yani, sorun biraz da bu tarafta, bizde.

Haritaya bir bakın. Rojava’yı bulun: Göreceksiniz, ne kadar yakın ve ne kadar uzak!

Haftaya dize; “ah, zamanı onaran bir saat olsaydım” (Rabia Mine,  Külden, Rezan Y.)