Zizek, bilindiği gibi Roma filmine dair bir yazı yazdı. Zizek, filmin şimdiden bir klasik olarak görülebileceğini düşünüyordu, tıpkı birçok eleştirmen gibi. Filmi çok beğenmişti. Ama kendi filmi beğenme gerekçeleriyle, başkalarının filmi beğenme gerekçeleri arasında 180 derece bir zıtlık olabileceği fikrine kapılmıştı. Bu düşüncesinde haklı olduğunu okuduğum kimi yazılarda ve yaptığım sohbetlerde gördüm ve Zizek’e hak […]

Roma’yı ve Zizek’i  yanlış okumak

Zizek, bilindiği gibi Roma filmine dair bir yazı yazdı. Zizek, filmin şimdiden bir klasik olarak görülebileceğini düşünüyordu, tıpkı birçok eleştirmen gibi. Filmi çok beğenmişti. Ama kendi filmi beğenme gerekçeleriyle, başkalarının filmi beğenme gerekçeleri arasında 180 derece bir zıtlık olabileceği fikrine kapılmıştı. Bu düşüncesinde haklı olduğunu okuduğum kimi yazılarda ve yaptığım sohbetlerde gördüm ve Zizek’e hak verdim. Dahası da vardı: Zizek’in yazısı da yanlış anlaşılmıştı! Yani birçok kişi Zizek’in filmi beğenmediğini düşünüyordu. Film beğenilmişti ve Zizek’in bu duruma itirazı vardı, o zaman Zizek filmi beğenmemiş olmalıydı, diye düşünmüş olmalılar. Ya da kendileri filmi beğenmemişti ve böyle bir destek bulduklarına inanmak istemişlerdi. Bir de bazı çevirilerin çok sorunlu olduğunu söylemeliyim (mesela filmloverss sitesindeki haberde çok yanlış var). Zizek’in itirazı filmin beğenilmesine değil, beğenilme nedenlerineydi.

Sendika.org’daki Gamze Boztepe’nin çevirisiyle Zizek’in yazısının bazı bölümleri şöyleydi:

“Roma’yı ilk seyredişim acı bir tat bıraktı: Evet, eleştirmenlerin birçoğu onu bir günümüz klasiği olarak övmekte haklılar ancak bu hakim algının korkunç, neredeyse iğrenç, yanlış yorumlanmış bir şekilde sürdürüldüğü ve de filmin bütün bu yanlış nedenlerle övüldüğü fikrinden kurtulamadım. Roma, (…) hizmetçi Cleo’ya bir övgü olarak yorumlanmaktadır.

İDEOLOJİK KÖRLÜK

Roma, Cleo’nun saf iyiliğini ve aileye özverili bağlılığını mı övüyor sadece? Fiziksel ve duygusal olarak daha çok sömürülmek üzere (neredeyse) ailenin bir parçası olarak kabul edilen kişi, şımarık bir üst-orta sınıf ailenin yüce sevgi nesnesine gerçekten indirgenebilir mi? Filmin dokusu, Cleo’nun iyilik imajının kendisinin bir tuzak olduğunu, ideolojik körlüğünün bir sonucu olarak bağlılığını kınayan örtük eleştirinin nesnesi olduğunu gösteren ince işaretlerle doludur.”
Zizek, Cleo’nun “iyiliğinin” filmde övülmediğini aksine kınandığını düşünüyor ve buna dair bazı örtük işaretler görüyor. Cleo’nun aileye olan bağlılığını ideolojik körlüğüne bağlıyor.

“Burada, aile üyelerinin Cleo’ya nasıl davrandığı konusunda bariz uyumsuzluklar olduğunu düşünmüyorum: Ona olan sevgilerini ilan ettikten ve onunla “eşit gibi” konuştuktan hemen sonra, hemen bir ev işi yapmasını ya da onlara bir şeyler servis etmesini istiyorlar.”

“Filmin sonunda, Sofia ailesini, kaybıyla baş etmesine yardımcı olmak için (acı verici bir ölü doğum yapmasına rağmen, gerçekte onu orada hizmetçi olarak kullanmak isteyerek) Cleo’yu alarak Tuxpan plajlarına tatile götürür.(…) Plajda, iki ortanca çocuk, (…) Cleo onları boğulmaktan kurtarmak için okyanusa dalana kadar güçlü bir akıntı tarafından alıp götürülür. Sofia ve çocuklar böylesi bir fedakârlık için Cleo’ya olan sevgilerini gösterince, Cleo bebeğini istemediğini açıklayarak yoğun suçluluk duygusundan sıyrılır. Evlerine dönerler, kitaplıklar gitmiş ve birkaç yatak odası yer değişmiştir. Cleo, tepede bir uçak uçarken, Adela’ya ona anlatacak çok şeyi olduğunu söyleyerek bir yığın çamaşırı hazır eder.

(…) Cleo’nun çocukları kurtarma sahnesinin tamamı, kamera enlemesine hareket ederken daima Cleo’ya odaklanmış uzun bir tek planda çekilir. Bu sahne izlendiğinde, biçim ve içerik arasında garip bir uyumsuzluk hissinden kaçınılamaz: İçerik travmatik ölü doğumdan kısa bir süre sonra çocuklar için hayatını tehlikeye atan Cleo’nun dokunaklı bir hareketi olsa da, biçim bu dramatik bağlamı tamamen görmezden gelir. Cleo ile suya giren çocuklar arasında hiçbir plan değişimi yoktur, çocukların içinde bulunduğu tehlike ile onları kurtarma çabası arasında dramatik bir gerilim yoktur, Cleo’nun ne gördüğünü gösteren bir görüş açısı çekimi yoktur. Kameranın bu tuhaf durağanlığı, dramaya dahil olmayı reddedişi, Cleo’nun kendini feda etmeye hazır olan sadık bir hizmetkârın dokunaklı rolünden uzaklaştığını elle tutulur bir şekilde ortaya koyuyor.

Cleo’nun Adela’ya “Sana anlatacak çok şeyim var” dediği filmin son anlarında ortaya çıkan başka bir ipucu daha var: Belki de, bu, Cleo’nun sonunda onun “iyilik” tuzağından çıkmaya hazırlandığı, ailesine karşı bencil olmayan bağlılığının, hizmetkârlığının bir biçimi olduğunun farkına vardığı anlamına gelir. Başka bir deyişle, Cleo’nun politik kaygılardan tamamen geri çekilmesi, bencillikten uzak hizmete adanmışlığı, ideolojik kimliğinin bir biçimidir, ideolojiyi nasıl “yaşadığıdır”. Belki de Adela’ya çıkmazını açıklaması, Cleo’nun “sınıf bilincinin” başlangıcı, onu sokaktaki protestoculara katılmaya götürecek ilk adım olabilir. Yeni bir Cleo figürü bu şekilde ortaya çıkacaktır, çok daha soğuk ve acımasız, ideolojik zincirlerden kurtulan bir Cleo figürü.
Fakat belki de çıkmayacaktır. Sadece iyi hissetmekle kalmayıp, iyi bir şey yaptığımızı hissettiğimiz zincirlerimizden kurtulmak oldukça zordur. T.S. Eliot’ın Katedralde Cinayet’inde söylediği gibi, en büyük günah yanlış sebep için doğru olanı yapmaktır.”

SINIFSAL BİR TERCİH

Zizek, Cleo’nun sınıf bilincinden yoksunluğundan ama bu durumdan çıkma ihtimalinden söz ediyor. Zizek, bu ihtimali, Cleo’nun çocukları denizden kurtarma sahnesinin sunulma tarzında yakalıyor. Ben de aynı sahnede, Cleo’nun istememiştim demesini, “çocukları kurtarmayı istemedim, çünkü benim çocuğum öldü. Hasetimden onların da kurtulmasını istemedim’ anlamında, Cleo’nun bilinçdışının bir an için açığa çıkması şeklinde düşündüm”, diye yazmıştım. Benim de Cleo’dan ve Cuaron’dan beklentim Zizek’le aynıydı. Cleo’nun o meleksiliğinin kırılması, öfkesinin dışa vurmasıydı. Bu dediklerim itirazla karşılaştı. Cleo’nun böyle bir şey düşünemeyeceğini yazan iki kişi oldu. Kendi çocuğunun ölümünü isteyebilen Cleo’nun, efendisinin çocuklarının ölümünü isteme ihtimali çok aşırı ve yanlış bulunmuştu. Benimki elbette bir yorum ve filmde Cleo’nun böyle düşündüğüne dair bir işaret yok. Ama belki de Zizek’in belirttiği gibi sahnenin mesafeli anlatımı, Cleo’nun kahramanlaştırılmaması bende bu izlenimi uyandırdı. Cleo elbette, kimseyi öldürmez ya da ölüme terk etmezdi ama aklından böyle şeyler geçirebilirdi. Augsburg/Kafkas Tebeşir Dairesi’nin temel aldığı Çin masalı da (yanlış hatırlamıyorsam) kendi çocuğu ölmüş bir kadının başkasının çocuğunu ölüme göndermekten çekinmediği bir hikaye anlatır.

Filmin Cleo’yu bir melek gibi sunması filmin zaafıydı, Cleo’nun değişme ihtimali üzerine verdiği ipuçları ise çok üstü örtüktü. Birçok insanın filmi seyredip “Cleo’yu aileden biri” gibi görebilmesinde belki de bu eksiklik var. Biraz da sınıfsal bir tercih olduğunu düşünüyorum. Yani evlerimize gelen gündelikçilerle böylesine güzel bir ilişki içinde olduğumuz hayalinin cazibesi…

EN İYİ FİLM OLMAYI HAK EDİYOR

Cleo’nun görünürde tamamen meleksi olması mümkün ama bilinçaltında bir şeylerin fokurduyor olması lazım. Cuaron bize bunları daha çok göstermeliydi diye düşünüyorum.

Ama belki de film boyunca anlam veremediğim aşırı miktardaki köpek kakaları, Cleo’nun pasif agresif direnişinin bir işaretiydi. Her koşulda ve eksiklikleriyle birlikte Roma senenin en iyi filmi olmayı hak ediyor çünkü film insanın peşini bırakmıyor, üzerine düşündürtmeyi sürdürüyor.