Berlusconi’yi alt eden Zeytin Ağacı Koalisyonu’nun mimarlarından, eski Avrupa Konseyi Başkanı Prodi, “AB’nin geleceğinde Türkiye’nin yeri Allah’a kalmış ama göçmenler bir şekilde mutlaka olacak!” diyor.

Romano Prodi BirGün’ün sorularını yanıtladı: Türkiye’nin üyeliği Allah’a kalmış

Prof. Romano Prodi, Avrupa Birliği’nin (AB) ortak para birimi avronun yaratıcılarından biri ve AB’nin genişlemesinin en sıkı savunucularından. Bir ekonomi profesörü olarak Bologna Üniversitesi, Harvard Üniversitesi, Brown Üniversitesi, Stanford Araştırma Enstitüsü gibi kurumlarda geçen parlak bir akademik kariyeri var. Ülkesi İtalya’da bakanlık ve 1996-1998 ile 2006-2008 dönemlerinde iki kez başbakanlık yaptı. 1999-2005 yılları arası Avrupa Komisyonu Başkanı’ydı. 1995’te kurduğu merkez-sol Zeytin Ağacı Koalisyonu’yla Berlusconi’nin merkez-sağ koalisyonunu alt etmesi örneği, Murat Karayalçın gibi isimler tarafından Türkiye’de Millet İttifakı tartışmalarına da taşınıyor. Avrupa Birliği’yle ilgili konularda en yetkili uluslararası isimlerden birisi ve kendisi kesinlikle hayır dese de İtalya’nın önümüzdeki cumhurbaşkanı olarak onu düşünenler de var. Geçen akşam, Avrupa Gazeteciler Birliği (AEJ) İtalya Şubesi’nin düzenlediği çevrimiçi bir toplantıda farklı ülkelerden bir grup gazeteci Prof. Prodi ile Avrupa Birliği’nin geleceği üzerine sohbet ettik. Ve tabii benim ilk sorum da Türkiye’nin AB içindeki geleceği oldu.

Prof. Prodi, Türkiye ileride bir gün kendi insan hakları, hukuk ve demokrasi standartlarını yükseltir ve AB kriterlerini karşılarsa, AB’ye tam üye olabilir mi? Yoksa dini, kültürel ve nüfusunun fazla olması gibi demografik nedenlerle tam üyelik beklemek gerçekçi değil mi?
"Türkiye için bu çok uzun bir hikâye. Müzakereleri ben Komisyon Başkanı’yken başlatmıştık. Tabii o zaman da hem Türkiye içinde hem de Avrupa’da farklı düşünceler vardı. Benim pozisyonum ise çok basit ve netti. Bir dost olarak Türkiye’nin AB içinde olmasını istiyordum ama tarih bilen biri olarak bunun zorluklarının da farkındaydım. O zaman Türk televizyonlarından birine verdiğim röportajda, ‘Ben Türkiye’nin üyeliğini istiyorum ama bunun için 20-30 yıllık bir müzakere süreci gerekir’ demiştim. Genç gazeteci arkadaş da ‘Neden bu kadar uzun?’ diye sormuştu.

Tarihimiz ve geçmişimizin ne kadar farklı olduğunu anlatmıştım. Benim ninem korkutucu bir şey olduğunda “Mamma li turchi!” (Anneciğim Türkler-geliyor!) derdi. İşte bu nedenle Türkiye’yi içeride istiyorum ama 30 yıl gerekir diyordum. Tarihi bilen bir dost olarak benim pozisyonum buydu.

Sonra önemli değişiklikler oldu. Türkiye’de de Avrupa’da da. Türkiye’de Erdoğan iktidara geldi. Biz onu Atatürk’ün devamı gibi ve Türk demokrasisini tamamlayacak biri olarak görüp selamladık. O zaman böyle düşünmüştük. Ama olmadı, zaman değişti, Erdoğan değişti. Ülkeyi radikalizmle değiştirdi ve bu, Avrupa’da Türkiye’den kuşku duyanlar için araya mesafe koymak için bir fırsat oldu.

Şimdi Türkiye bölgesel bir güç. Ve Türkiye’nin savaş gücünü/politikasını Avrupa’nınkiyle uyumlulaştırmak son derece güç. Türkiye’nin dış politikada AB’nin bir ortak kararını izlediğini düşünebiliyor musunuz? Çıkarlar çok farklı. Öngörülebilir bir gelecekte Türkiye’nin üyeliği çok çok çok zor ya da imkânsız. Ben de ancak bu öngörülebilir gelecek için konuşabilirim. Daha sonrası ise Allaha kalmış, inşallah diyelim.”

OYBİRLİĞİYLE AVRUPA BİRLİĞİ İLERLEYEMEZ

Kuşkusuz toplantımızın konusu Türkiye değil. AB’nin geleceği Avrupa’nın en önemli gündem maddesi ve Prof. Prodi de bu soruyla en sık muhatap olan uzman. Farklı toplantılarda AB’nin Brexit’ten Covid-19’a karşı izlediği politikalara, bölgesel çatışmalardaki etki/sizliğine, dış politikadaki yetersizliğine dair değerlendirmeler yapıyor.

AB’nin geleceği konuşulurken en fazla altını çizdiği konu “oybirliği”yle karar mekanizması oluyor. Her zaman birinci en iyi seçenek olarak görse de bugünün koşullarında artık bunun işlemediğini, oy birliği şartıyla AB’nin ilerleyemeyeceğini vurguluyor. En iyi ikinci seçenek dediği; Almanya, Fransa, İtalya, İspanya gibi çekirdek bir grubun ön aldığı ve diğerlerinin onları izlediği ikili bir yapıyla ilerlenebileceğini savunuyor.

“Oybirliği karasızlık demek. Bu yüzden AB’nin geleceğinin bir tür zorunlu/zorlayıcı iş birliğinde olduğunu düşünüyorum. Sevindirici olan şu ki önde gelen ülkeler arasında çok temel farklılıklar yok. Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya ve başka bazı ülkeler birlikte savunma, dış politika ve sosyal politika alanlarında ilerici adımlar atabilirler. Avrupa’nın geleceğinin tek Avrupa’da değil, ilişkili ikili yapıda olduğunu düşünüyorum. Bu tamamen yasal. En azından 9 ülke kolaylıkla birlikte hareket edebilir. Ve biz birlikte bir ilerleme kaydettiğimizde diğer ülkeler arkadan gelecektir.

Şu kritik siyasal anda oy birliği ile inisiyatif alınmasında ısrar edemeyiz. Üzgünüm, bütün hayatım boyunca bunun en iyi birinci seçenek olduğunu düşündüm ama hayat en iyi ikinci seçeneği dayatıyor. Avrupa’nın geleceği böyle olmalı. Hep birlikte, oy birliği ile ilerleyemeyeceğiz ama Avrupa’nın temel ülkeleriyle birlikte ilerleyebiliriz.”

Avrupa Birliği’nin geleceği tartışılırken öne çıkan kavramlardan biri de “stratejik otonomi” oluyor. Aslında, bir devletin kendi ulusal çıkarlarının peşinden gitmesi, bir başka güce ya da devlete dayanmadan kendi dış politikasını oluşturması anlamına gelen bu kavram 2013 yılından beri gündemde. Stratejik otonomi, Avrupa bağlamında, AB’nin kendi sınırlarını savunması ve ABD’ye fazla bağımlı kalmadan kendi çevresinde askeri olarak hareket kabiliyetinin olması demek. Trump döneminde kendisini iyice dayatan bu ihtiyacın, Biden yönetimiyle birlikte ABD tarafından daha kabul edilebilir olarak görülüp görülemeyeceği de merak konusu.

NATO’NUN LİBYA MÜDAHALESİ YANLIŞTI


Irak’ta politikasız ve edilgen kalmak, Libya’da sahanın Rusya ve Türkiye’ye bırakılması Prof. Prodi’nin bu çerçevede rahatsız olduğu konulardan.
“Stratejik otonomi NATO’dan ayrılmak demek değil” diyerek başlıyor bu kavramdan ne anladığını açıklamaya.

“NATO’nun öngörülebilir bir gelecek için zorunlu olduğuna inanıyorum. Tabii ki çok derin bir şekilde reforma tabi tutulması gerekiyor. NATO’nun uzun erimli stratejisinin ne olduğunu bilmiyoruz. Ancak, stratejik otonomi en azından bölgesel politikalarda inisiyatif almamızı gerektiriyor. Stratejik otonomi, gerçekleştirmeye karar verdiğimiz misyonları uygulayabilmek için gerekli güce ve askeri organizasyona sahip olmak demek.

Her zaman somut örneklerle konuşmayı seviyorum; korkunç Libya müdahalesi mesela. Ben karşıydım ve hâlâ bu müdahaleden dehşete düşüyorum. Birleşik Krallık ve Fransa Amerikan yardımı olmadan Libya’ya karşı kazanamazdı. İşte bu stratejik otonominin olmaması demek! Biz kendi sınırlarımızı ortak bir güçle korumalı ve bunu yaparken de ABD ile somut bir diyalog içinde olmalıyız. Her ülkenin NATO da zayıf bir otonomisi olmasından endişe edilecek bir şey yok. Bu ABD için de daha iyi. ABD Başkanının buna ikna olup olmadığından emin değilim ama ben böyle düşünüyorum. Biz askeri ve askeri olmayan politikalarımızda dünyada daha yeterli, daha etkili olmalıyız.”

AKDENİZ’İ DOSTLARLA DOLDURALIM

Prof. Prodi’nin görüşlerinde onun bir Akdenizli ve Bologna kökenli bir üniversite hocası olmasının da etkisi var. Avrupa içinde ve Avrupa’nın geleceğinde Akdeniz’in önemli bir yeri olduğunu düşünüyor ve o yerin hakkıyla doldurulmasında ortak üniversiteler kurulmasına büyük bir rol atfediyor.
İtalya’nın Almanya ve Fransa ile bölgesel anlaşmalar yaptığını hatırlattıktan sonra, “İspanya, İtalya, Fransa ve Portekiz olarak Akdeniz politikasında birbirimize tutunmazsak Avrupa kaybolur” diyor.

“Kendi pozisyonumun önemini vurgular gibi olmak istemem ama 20 yıl önce önerdiğim ve İngiliz muhalefeti nedeniyle gerçekleşmeyen konuyu yinelemek istiyorum. Akdenizliler olarak, Güney Akdeniz ülkeleriyle birlikte en az 20 ortak üniversite kurmalıydık, kurmalıyız. Madrid ve Rabat birlikte mesela… Katanya ve Trablus birlikte… Kuzeyden ve güneyden aynı sayıda öğrenci, aynı sayıda öğretim üyesiyle, iki yıl kuzeyde iki yıl güneyde eğitim veren üniversiteler. Bunu yapamazsak, Akdeniz’i dostlarla değil düşmanlarla doldurmuş olacağız. Her yerde dillendireceğim, ancak bunu yaparsak kültürleri birbirine yaklaştırabiliriz. Düşünün, böylesi bir süreçten geçmiş, ortak çıkarlarda birleşmiş 100 bin genç olsa Arap Baharı ne hal alırdı? Osmanlı’nın son yüzyılında bile Akdeniz bugünkünden daha dost bir iklime sahipti. İspanya ve İtalya, Avrupa’da bunun için birlikte çalışmalı, yalnızca kendi çıkarları için değil ortak çıkarlar için.”

ADIM ADIM GÖÇMENLERE İHTİYAÇ DUYULACAK

Ve göç, göçmenler! Günümüzün en önemli konusu olan göç ve göçmenler Avrupa’nın geleceğinde de gündemin tepesindeki yerini koruyacak. Bu düşünceyle soruyorum:

Prof. Prodi, Avrupa ülkelerinin düşük doğum oranlarını ve bazı ekonomistlerin Avrupa’nın işgücünü sabit tutmak için her yıl 1 milyon yeni insan gerektiği değerlendirmesini göz önünde bulundurursak, Avrupa’nın göçmenleri kendisinden uzak tutmak için bunca çaba ve para harcamasını nasıl açıklayabiliriz?
“Çok basit” diyor, “İç politik nedenlerle… Avrupa halkları bilmediklerine, tanımadıklarına karşı bir korku besliyorlar. Göç ve göçmenler de her zaman yöneticilerin siyasal konumlarını pekiştirmek için kullandıkları bir araç oldu. Ancak, öyle sanıyorum ki çok basit bir nedenle yeni bir aşamaya geçmek zorundayız. Avrupa demografisi şimdi tan anlamıyla bir felaket. Adım adım göçmenlere ihtiyaç duyulacak. Bugün bütün Avrupa ülkeleri arasında bir anlaşmaya ulaşmak zor. Şimdi bu imkânsız hatta. Ama gelecekte, basit ve trajik nedenle imkânsız olmaktan çıkıp zorunlu hale gelecek. Trajik ama çok net; göç sadece güney ülkelerinin sorunu değil bütün Avrupa’nın sorunu. Demografik boyut (nüfusun azalması ve yaşlanması) Avrupa’nın her yerinde bir trajedi. Belki biraz Fransa hariç bütün ülkelerde böyle. Göç konusuna yaklaşım gelecekte mutlaka revize edilmeli. Gelecekte bundan kaçış yok yok.”
Prof. Prodi’yle sohbetimizden anladığım, AB’nin geleceğinde Türkiye’nin yeri Allah’a kalmış ama göçmenler bir şekilde mutlaka olacak!