Romanya’nın Bükreş’i Balkanların Paris’i!

Bulgaristan’ı terk ederken son uğrak noktamız Rusçuk’tu. Hava kararmadan sınır kapısına gittik. Sınıra varırken iki ülke arasında geçtiğimiz köprü bizi aynı zamanda Tuna’nın üzerinden geçiriyordu. Köprü tadilattaydı ama yine de etkileyiciydi, büyüleyiciydi. Tuna Nehri’ne dair hislerimi Sırbistan’ı anlatacağım bir sonraki sayıya bırakmayı yeğliyorum.

Sınır kapısında aracıyla Almanya’ya gitmek üzere olan Ali Abi ile tanıştık ve uzunca bir muhabbete daldık. Uzunca diyorum, çünkü evrakları beklemek nereden baksanız 45 dakika sürdü. Ali Abi’ye göre bu TC pasaportlulara, Romanya ve Bulgaristan’ın zalimce bir oyunuydu. Bana biraz komplo teorisi gibi geldi bu düşünce. Zira bizim gibi bekleyen birçok insan vardı. Evet, en son ikimizin aracının evraklarını verdiler ama yine de ben olumlu düşünmek istiyordum.

romanya-nin-bukres-i-balkanlarin-paris-i-89688-1.

Motor arızası mı?

Öyle uzun, öyle geniş ve öyle alabildiğine ağaçlıklı bir yoldan devam ettik ki, bir an o yolun hiç bitmeyeceğini sandım. İnanılmaz büyüklükte bir ormanın içerisinden, otobanın en sağ şeridinden, yeşilin tadını çıkartarak gidiyorduk. O an motordan inanılmaz bir ses gelmeye başladı. Sanki motora bir şey sıkışmıştı ve bizim için Balkan Turu’nun sonu yaklaşmıştı. Sadece ben değil, karavandaki Süha ve Burcu da aynı sesi duyuyor, endişeleniyordu. Hemen tarla gibi bir yere karavanın direksiyonunu kırdım. Aracı hemen durdurmak istemedim ve kısa bir süre rolantide çalıştırdım. Ses azalmayı bırakın daha da artmıştı! Sonra yavaşça anahtarı sola çevirip, kontağı kapattım. Sesin kesilmesini bekliyordum. Ama inanılmaz bir şekilde, ses aynı yoğunluğuyla devam ediyordu! Sonra üçümüz de birbirimize baktık ve aynı anda “Kuşlar!” diye bağırdık. Evet, koca koca ağaçların çevrelediği yolda giderken ormandan gelen kuş seslerini karavanın motorundan gelen bir ses olarak algılamış ve birkaç dakika içinde aklımızdan kötü senaryolar geçirmiştik. Derin bir “oh” çektikten sonra güneşi solumuza alıp Bükreş’e doğru yola koyulduk.

Bükreş... Bulgaristan’ın aksine otomobil sürücülerinin pek kibar olmadıkları bir kent olarak ilk intibasını bize aksettiriyordu. Kente birkaç kilometre ötedeki kamp alanımız Camping Casa Alba’da konaklamamızın mantıklı olacağını, klasik Volkswagen buluşmalarında tanıştığımız Dan ve Gabi’den öğrenmiştik. Casa Alba’nın şehre yakın olması, kamp görevlisi arkadaşın muhabbet severliği, bulunduğumuz alanda Avrupa’nın farklı yerlerden gelen diğer karavancılarla tanışmamız ve rota paylaşmamız oldukça hoşumuza gitmişti. İlk geceyi karavanımızda yaptığımız ton balıklı makarna ve Romen biralarıyla geçiştirdikten sonra, yeşillikler içerisinde uykuya daldık.

romanya-nin-bukres-i-balkanlarin-paris-i-89689-1.

Tarih hâlâ 1800’ler

İkinci günümüzü sabahın erken saatlerinden akşam hava kararana dek Bükreş’i gezerek geçirmek için kamp alanından ayrıldık. Karavanımızı kamp alanında bırakıp, taksi ile kısa bir yolculuk yaparak Arcul de Triumpf (Zafer Takı) yakınından kalkan Big Bus’un ilk durağına ulaştık. ‘Big Bus’ bize Bükreş’i gezdirecek olan, üstü açık turist otobüsümüzdü. Bu arada kentin simgelerinden Zafer Takı da bakımda olduğundan şöyle afili bir selfie (!) çektiremedik.

romanya-nin-bukres-i-balkanlarin-paris-i-89690-1.

Geniş bulvarlar üzerinden, görkemli binalar arasından, 1800’lerde donup kalan tarihin içerisinden iki saate yakın süren yolculuk boyunca Ulusal Tiyatro, Bükreş Ulusal Üniversitesi, CEC Sarayı, Devrim Meydanı, Parlamento Binası, Üniversite Merkez Kütüphanesi, sayısını hatırlayamadığım park, bahçe, heykel ve klasik bina önünden geçtik; durduk, gezdik, mest olduk.

Şehir efsanesi!

Bükreş merkezinde tarihi binaların arasında görmek istediğimiz yerlerden bir tanesi, eskiden şarap imalathanesi olarak kullanılan, bugün ise elegan yapısı ile çok farklı bir noktada duran restoran Caru’cu Bere (Bira Vagonu) idi. Pitoresk Bükreş’in kurdelesi gibiydi adeta burası. Gazete şeklinde dizayn edilmiş menüsü, zarif giysileriyle servis elemanları, geniş yemek seçenekleri, yüksek tavandaki işlemeler ile 1879’dan günümüze hakkıyla taşınan mekânda leziz bir yemek yedik. Kendi birasını da yapan restoran, turistler için bir müze gibi adeta. Giren çıkanın haddi hesabı yok. “Bükreş’e gelip de, buraya uğramayanı dövüyorlarmış” sloganı ise elbette bir şehir efsanesi...

Akşam, gün içinde turladığımız Big Bus ile şehri bir de hava kararmadan yarım tur ile gezip, kamp alanına döndük. Karavanımızın azalan su deposunu doldurduk, ertesi gün için hazırlıklarımızı yaptık. Sırbistan’a doğru yola çıkmaya hazırdık!

Bizim gözümüzden Bükreş

Bükreş, beklediğimizden daha modern bir kent olarak karşımıza çıktı. Genel benzetme her ne kadar Paris olsa da, tarihi binalarıyla, yollarıyla, görüntüsüyle biz Viyana’ya daha çok benzettik Bükreş’i. Kentin girişinde karşılaştığımız bina ve insan siluetlerine Bükreş içinde pek rastlamadık. Bükreş alabildiğince turistik bir kent. Araç kullananlar oldukça agresif. Fiyatlar makul ama bir Bulgaristan değil; özellikle sigara çok pahalı. Geniş bulvarları, modern ve heybetli binaları, parkları, fıskiyeleri, heykelleriyle etkileyici. Kentin dışına çıktıkça komünist rejimden kalma aynı tip evlerle karşılaşmak mümkün. Gezdiğimiz yerler tertemiz, bakımlı ve özenliydi. Kısa da olsa yağmura yakalanmamıza rağmen, sokakları ve kafeleri hep hareketli gördük. Nihayetinde olumlu hislerle Bükreş’ten ayrıldık diyebiliriz.

Çavuşesku ve Parlamento Sarayı

Romen devlet adamı Nikolay Çavuşesku tam 24 yıl (1965-1989) Romanya’nın lideriydi. Devlet yönetimine geldiğinde, devletin ismini ‘Romanya Sosyalist Cumhuriyeti’ olarak değiştiren Çavuşesku, Sovyetler Birliği ile arasına mesafe koydu, Batı ile ilişkilerini iyi tuttu. 1989 yılının sonlarında Temeşvar’da başlayan ayaklanma ülkeye yayıldı. Çavuşesku ve eşi saraydan kaçmak istedi fakat yakalandı. Alelacele kurulan mahkeme Çavuşesku ve ailesini yargıladı. Çavuşesku mahkemeyi tanımadığını belirtse de sebepsiz zenginleşme ve soykırım suçlamalarıyla ölüme mahkûm edildi. Nikolay Çavuşesku ve eşi Elena, 25 Aralık 1989’da kurşuna dizildi. Yargılama öncesinde Çavuşesku’yu destekleyen Gizli Polis’in (Securitate) on binlerce insanı öldürdüğü gazetelerin manşetlerinde yer alıyordu. Fakat ölümden sonra ölen insan sayısının binden az olduğu, bunun bir komplo olduğu bazı kaynaklarca açıklandı. Çavuşeskuların ölümünden 12 gün sonra Romanya ölüm cezasını kaldırdı.

Çavuşesku’nun liderliğinin son dönemlerinde yaptırdığı sarayın maliyeti bugünün parasıyla 3 milyar avro idi. Sarayda binlerce kişi, altı sene boyunca, üç vardiya görev aldı. Kaynaklara göre saray bin 100 oda, iki yer altı otoparkı ve 12 kata sahip. Saray, Pentagon binasından sonra, dünyanın en büyük ikinci binası olma özelliğini taşıyor. Guinness’e göreyse dünyanın en büyük sivil yönetim ve en ağır binasıdır. Bugün şehrin en önemli simgelerinden bir olarak kabul edilen Parlamento Sarayı’nı Çavuşesku, ‘Cumhuriyet Evi’ olarak adlandırsa da, Romenler hâlâ ‘Halkın Evi’ olarak adlandırıyor.

romanya-nin-bukres-i-balkanlarin-paris-i-89687-1.

Önümüzdeki hafta: Sırbistan​