Şafağın doğduğu geceyi temsil Laton’un eliyle göz kamaştırıcı bir gündoğumu daha

Şafağın doğduğu geceyi temsil Laton’un eliyle göz kamaştırıcı bir gündoğumu daha. Asırlık ağaçlar altında eriyen çiğ, uçuşan beyaz kelebekler, beliren derin mavi. Adanın mordan kızıla geçen kayalıkları, altın ağaçların üzerinden dökülen bilinmesi arzulanan geleceğin ifşa edilen sırları. Yelken basan irili ufaklı gemiler; geçmişten gelen ve şimdinin bilincine sızan anlar. Rüzgârın rotasında yelken basarak ilerliyorum dürbüne ara sıra takılan kent görüntülerine dalıyorum.

Yüzyıllar önce Shakespeare, insanoğlunun macerasını “Hayat dediğin ne ki: Yürüyen bir gölge, bir zavallı kukla bu sahnede: bir saat boy gösterip, boyun kırıp gidecek…” repliği ile hissettirmişti. Tiyatro tutkunu olan mimar Aldo Rossi, “Teatro del Mondo-Dünya Tiyatrosu” tasarımı ile Shakespeare’in repliklerini imgesel bağlamda uyguladı. Rossi, 1980 Venedik Bienali için inşa ettiği projede yüzer-gezer bir tiyatro binası tasarlamıştı. Seyirciler ve oyuncular yer değiştiriyordu. Proje, yerleşik tanımları bir kenara bırakmamızı, içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye bakmamızı öneriyordu ve tasarımlanan tiyatro; Venedik kanalında ilerledikçe, kent oyuncunun yerine geçiyordu. Sahnenin balkonlarından görünen Venedik mimarisi büyük bir dekora dönüşür. İnşa edilmiş çevrenin bütünü, geçmiş ve gelecekle ilgili bir diyalog biçimi olarak mimari; bazen bir sahne bazen oyuncu olarak konumunu değiştirir. Mimar için kilit kavramları oluşturan hafıza ve zaman algısını sorgulamaktadır.

Rossi, Atina’yı “İnsanlığın en arı deneyimi, bir daha asla tekrarlanamayacak koşulların cisimleşmesi olarak” görür. Yunan şehrini kılavuz kabul eder ve Aristoteles’in yolundan ilerlediğini bildirir. Temel bir ayrım olarak, çok tanrılı dinlerden, tek tanrılı dine geçen insanoğlunun, terk ve kabul ettiği biçimleri analiz eder. Mimarlığın, temel toplumsal kurumları belki bir milyon yaşında olan insanın fizyolojik olduğu kadar psikolojik gereksinimleri de karşıladığını aktarır.

Görünüşü ne kadar sıradan olursa olsun bir kente bakmak, hepimize özel bir zevk verebilir. Tıpkı bir bina gibi, bir kentte boşlukta yer tutan bir yapıdır, tek farkı ölçülerinin çok daha büyük olması ve yalnızca uzun zaman içinde tam olarak algılanabilmesidir. Bu nedenle kent tasarımı, zaman bağlı bir sanattır. Rossi’nin tanımıyla Locus, belirli bir yer ile onun içindeki binalar arasındaki ilişkidir. Aynı zamanda hem tekil hem de evrenseldir. Kolektif hafızayı oluşturan, kolektif özneyi belirleyen kentte hiçbir şey kendi başına algılanmaz, çevresiyle, kendisini doğuran olaylar zinciriyle, geçmiş yaşantıların anısıyla ilintili olarak algılanır. Zaman ve yerin kesin sınırlarının kalktığı, şimdi ile geçmişi kapsadığı bir ara-alan (locus)la karşılaşırız.

Her insanın zamanı sınırlıdır; bu yüzden gelecek bugün olmalıdır. Kolektif hafızanın izini kentin yapılarına bakan bir göz kendi hafızasına aktaracak ve başka bir ‘şimdi’de yaşamaya başlayacaktır.

Yelkenli adalar etrafında süzülüyor, büyük bir adaya varmayı hedefliyor. Köklerime doğru ilerleyerek Venedik kanalında yürütülen ve sahneye dönüşen kent yerine adaları konumlandırıyorum. Nektarlar, türlü çiçekler, capcanlı yeşillikler… Apollon ve Artemis’in doğuşunu, Dionysos’un soluğunu taşıyor. Mitik früstürasyonlar daha da belirgin. Trajik ögeler, yazgı; belleğimin labirentinde sonsuzluğun soluğuyla ilerliyorum.

*sürecek