“Çalıyor ama iş yapıyor” lafını Türkiye son yirmi yılda keşfetti

“Çalıyor ama iş yapıyor” lafını Türkiye son yirmi yılda keşfetti. Ama slogan Brezilya’ya ait ve geçmişi bir hayli geriye gidiyor. Ortak nokta kentlerin yönetiminde olup bitenden çıkmış olması.

Sao Paulo kentini 1946-66 yılları arasında iki kez valililik, bir kez de belediye başkanlığı yaparak yöneten Adhemar de Barros’un icraatlarını nitelemek için kullanılmış ilk defa “çalıyor ama iş yapıyor” (Adhemar rouba, mas faz) sloganı. Sonrasında da Brezilya halkı bu sloganı “iş yapıp, parmağını yalayan” tüm siyasetçiler için deyimleştirmiş. Brazilyalılar’ın kanıksadığı, bizim de artık aşina olduğumuz bu tür yerel siyasetçi profillerinden birine göz atalım;

“Castelo 1978’de Sao Luis’e vali olarak atandı. Kendisine sadık bir seçim bölgesi kurmaya niyetliydi ve nasıl gerçekleştireceğini de iyi biliyordu. Vali olarak sınır tanımayan bir popülist, halkın ne istediğini bilme ustasıydı. İnşaatçıydı. En büyük eseri (450 000 nüfuslu kentte) inşa ettiği 71.000 kişilik futbol stadyumu oldu. Düşük dozajlı betonla yaptırdığı stadyum ülkedeki benzerlerinin bir kaç katına mal olmuştu. Bundan cukkalanan ciddi miktarda paranın Castelo’nun İsviçre bankalarındaki hesabına yattığına ve savurganlıklarını finanse etmekte kullanıldığına inanılıyordu. Castelo inşaattan fazlasını da yaptı. Festivalleri, folklor gruplarını finanse edip destekledi. Düşük fiyata yiyecek satan (sürekli skandallara konu olan) dükkanlar açtı…Siyasi açıdan belki de en etkili manevrası yönetiminin son aylarında 50.000 yeni çalışanı, ücret ödemelerini üçe katlayacak biçimde, işe almasıydı. Popülist uygulamaları, özellikle gecekondu alanlarında, yolsuzluklara batmış bir siyasi olduğu yönündeki hissiyata karşın, Castelo’nun güçlü toplumsal destek bulmasını sağladı. Yerel halkın, Brezilyalıların iki yüzlü siyasileri niteleyişini çağrıştıran biçimde, ifade ettiği gibi, “çalıyor ama iş yapıyordu” (rouba, mas faz)”.

Bu sloganın Türkiye gibi birçok ülkeye yayılışı neoliberal politikalarla birlikte oldu. Kuşkusuz yolsuzluk bu ülkelerin hiçbirinde yeni değil, ancak yolsuzluğun yaygınlaşması/derinleşmesi piyasacı mantığın devlet dahil her yere sirayet etmesiyle yakından ilişkili.

Anlaşılan o ki halklar da bu süreçten derin biçimde etkileniyor. Yapılan araştırmalar çalan siyasilerin iş yaptıkları sürece seçmenlerden ciddi bir tepki görmediklerini gösteriyor;

“Yolsuzluğa karışmış (ABD) Kongre üyeleri seçmen desteğini sadece % 5-10 aralığında yitiriyor. Brezilya’da kamu harcamaları konusunda federal denetime tabi tutulan belediye başkanlarının tekrar seçilememe olasılığı % 10 civarında. İtalya’da, benzer biçimde bu tür suçlamalara uğrayan ve uğramayan belediye başkanlarının yeniden seçilme olasılıkları arasında fark görünmüyor. Japonya’da yolsuzluktan mahkum olan ya da dava ile yüzyüze kalan yasama üyelerinin % 62’si tekrar seçilmekle kalmayıp, bazıları oylarını artırmayı da başarırken, İngiltere’de harcamalarında usulsüzlük yapan milletvekilleri sadece % 1.5 oranında oy kaybına uğramış görünüyor.”

Bu tür araştırmaların işaret ettiği ortak nokta, seçmenin çalmayı değil, yapılan işin önemsenmesi. Ekonomi büyümeye devam ediyorsa, seçmen bu süreçten öyle ya da böyle karlı çıktığını düşünüyorsa, ya da daha iyi bir performansın olası olmadığı düşüncesine sahipse, yolsuzluk görmezden gelinebilecek bir “defo” olarak değerlendiriliyor. Seçmen ancak bu denge bozulduğunda yolsuzluğu cezalandırıyor.

Anlaşılan o ki, Türkiye’ye has olmayan bir durumla karşı karşıyayız. “Çalıyor ama iş yapıyor” sloganının dört bir yanda keşfi karşı karşıya kalınan durumun siyasi kişiliklerin defolarına indirgenemeyeceğini göstermesi açısından önemli. Belli ki yapılan işin kendisi bu defoyu ve defoluyu yaratıyor, ona ihtiyaç duyuyor. İşte tam da bu yüzden “işi konuşmadan” yolsuzluğu, defoyu, defoluyu gündeme getirmek, sanılanın aksine “defoluya” yarıyor!

Son yerel seçimde kişilikler/defolar üzerinden (iktidar lehine) işleyen siyaset, Cumhurbaşkanlığı kampanyasında da öne çıkınca hatırlatmak gereği duydum!