AKP iktidarı 18 yıldır bıkmadan usanmadan Cumhuriyet’in kurucuları, kuruluş felsefesi, ilkeleri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bizzat varlığını kabul etmediklerini dile getirmektedir.

RTE, 1923’te kurulan Cumhuriyet’i “çömez devlet” olarak gördüğünü, kendilerinin iktidara geldiği güne kadar geçen sürenin “boşa geçtiğini “ söylemekten dahi geri durmamıştır.

İktidarda oldukları ilk günden itibaren ulusal bayramları, akla ziyan gerekçelerle kutlamaktan kaçındılar.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, en büyük bayram olan “29 Ekim Cumhuriyet Bayramı” günü nedense hep hastalanmış, bu durum toplumda infial yaratınca bir bahane bulup geziye çıkmıştı.

Şimdi de; yeni bir devletin kurtuluş zaferi ve emperyalistlerin en acı yenilgisi olan 30 Ağustos Zafer Bayramını, birlikte yol yürüdükleri ama ülke ganimetini paylaşamadıkları için birbirlerine silah çektikleri FETÖ hain darbesi günü olan 15 Temmuz’la kıyaslamaya çalışıyorlar.

Ülkesini ve laik demokrasiyi canı pahasına koruyan gerçek kahramanlarımız olan yurttaşlardan rol çalıp, kendi zaferleri gibi göstermek istiyorlar.

Bu en hafif deyimle sığlıktır.

Üstelik bugün hâlâ 15 Temmuz hain darbesine kadar geçen süreçteki AKP katkısı açıklanmamıştır.

TBMM deki Araştırma Komisyonu raporu hâlâ kamuoyuyla paylaşılmamış ve gerçek suçlular, siyasiler yakalanmamıştır.

Görülen o ki salgın bahanesiyle Zafer Bayramı bu yılda kutlanmazken, Malazgirt Savaşı yıldönümü için törenlerin düzenlenmesi, laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’yle AKP’nin kavgası giderek aleniyet kazandığını göstermektedir. Şanlı tarihimizde Malazgirt Savaşı büyük önem taşır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtuluş ve kuruluşunun en hayati zaferinin kutlanmasının önüne geçemez.

Atatürk ve arkadaşlarından rövanş almaya kalkan, hilafeti hanedanıyla oluşturmaya çalışan zihniyet bilmeli ki, bu ülkede yaşayan milyonlarca çağdaş insan, hak ve özgürlük taleplerini, eşitlik ve barış hayallerini, adil paylaşan bir ülkede emeğe olan saygıyı gericilere bırakmak niyetinde değildir. Bu; çağdaş, laik, demokratik, sosyal ve hukukun üstünlüğüne inanmış, Atatürk’ün kurduğu devlette yaşama kararlılığındadır.

Bakın; dünyanın en büyük ozanı Nâzım Hikmet, evrensel devlet adamı, muhteşem kahraman Gazi Mustafa Kemal’e duyduğu hayranlığı nasıl dile getirmiş:

26 AĞUSTOS 1922 SABAHI

Dağlarda tek

tek

ateşler yanıyordu

Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki

şayak kalpaklı adam

nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden

güzel, rahat günlere inanıyordu

ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında

birdenbire beş adım sağında onu gördü.

Paşalar onun arkasındaydılar.

O, saati sordu.

Paşalar: “üc” dediler,

Sarışın bir kurda benziyordu.

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar,

eğildi, durdu.

Bıraksalar

İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.

Yüzbaşı sordu :

- Saat kaç?

- Beş.

- Yarım saat sonra demek...

98956 tüfek

ve şoför Ahmet’in üç numaralı kamyonetinden

yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,

bütün âletleriyle

ve vatan uğrunda,

yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle

Birinci ve İkinci ordular

baskına hazırdılar.

Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde,

beygirinin yanında duran

sarkık, siyah bıyıklı süvari

kısa çizmeleriyle atladı atına.

Nurettin Eşfak

baktı saatina :

- Beş otuz...

Ve başladı topçu ateşiyle

ve fecirle birlikte büyük taarruz...”

Nâzım Hikmet

26 Ağustos 1922 günü başlayan ve 30 Ağustos günü muhteşem zaferle sonuçlanan “Büyük Taarruz”un yıldönümü kutlu olsun.