Dünya edebiyatına Madam Bovary’yi ve nicesini armağan eden Gustave Flaubert gazetelerden nefret edermiş. Alain De Botton, Haberler - Bir Kullanma Kılavuzu (Sel Yayıncılık -2014) kitabında aktarmıştı: Flaubert göre; gazeteler “dürüst bir insanın asla bir başkasına bırakmayacağı düşünme işini sinsice üstleniyordu.” Bu da üzerine düşünülüp sonuca varılmış değil, edinilmiş fikirlerden oluşan bir yığın yaratıyordu. Hatta Flaubert ölümünden sonra Edinilmiş Fikirler Sözlüğü başlığıyla yayımlanan bir çalışma bile hazırlamıştı. Çünkü Flaubert’e göre bu durum gazetelerin aptallığa destek çıkıp iktidarı ahmaklara vermesiyle sonuçlanıyordu. Flaubert’in fikirleri tartışılabilir, evet abartılı tarafları var ama endişeleri de haksız değil. İnsanların bağımsız, düşünme ve sorgulamadan uzaklaşıp homojenleşmesi onu çok endişelendirmiş belli ki. Ancak Flaubert internet ve dahi sosyal medyayı deneyimlemiş olsa acaba ne hissederdi diye düşünmeden de duramıyorum. Çünkü sosyal medya bırakın edinilmiş fikirler yaratmayı, kötü fikirleri teşhir ederek onlarla mücadele ettiğimizi sandığımız bir yapıya büründü. Medyanın da buna katkısı çok büyük.

Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun derdi şu: Kendimizce iyi bir şey yaptığımızı sanırken, kötülüğün imalatı ve yaygınlaşmasında nasıl rol alıyoruz?

Teşhirin çekiciliği

“Falanca hoca filanca vaazında yorgan şehvet duygularını uyandırabilir” demiş, bir başkası demiş ki, “Google’ı ecdadımız buldu.” Sosyal medyada teşhir edip üzerinde tepinilmeye epey açık şeyler. Gazeteler açısından bakılırsa iyi bir başlıkla her zaman iyi tık alacak şeyler. Okur / izleyici olarak bakarsak, üzerine iyi bir espri yapıp iyi etkileşim de alırız. Sonra gelsin RT’ler, artsın takipçiler vs. Bir süredir kendimi özellikle uzak tutmaya çalışsam da genel olarak kendimi hariç tutmadan eleştireceğim bir davranış biçimi. Bu saçma sapan şeyleri zekice olduğunu düşündüğümüz ifadelerle teşhir edince kendimizi iyi hissediyoruz. Bu sırada o fikirlere kazandırdığımız ivme, çoğumuzun umrunda değil tabii.

Paylaştık, ne değişti?

Bu kötü fikir ve saçmalıkları paylaşıp teşhir edince, o fikirleri zikreden insanların toplum nezdinde itibar kaybedeceklerini, utanacaklarını, insanların onlardan uzaklaşacağını düşünüyor olabiliriz. Evet kendi yankı odamızda böyle. Lâkin şu var ki, biz milyonlarca kişi olarak paylaşıp onunla dalga geçmeden önce de böyleydi. Fakat iyi eğlendik değil mi? Adam yorgana hallenmiş öyle mi, ahhahasddf? Bas espriyi, ver sinizmi yürüsün.

Kötülüğün imalatına gönüllü yazılmak

Peki biz bu uç fikirleri ve insanları teşhir edip eğlendiğimizde onlar açısından ne oluyor? Biz rezil olduklarını sanarken onlar yüzbinlerce takipçi kazanıyor. Daha önce hiç ulaşamayacakları kitlelere kontrolsüzce ulaşıyor ve bu işten her açıdan kazançlı çıkıyorlar. Biz sanıyoruz ki, herkes bizim gibi saçma bulacak, dalga geçecek, eğlenecek. Onun öyle olmadığı, bu insanların zaten hitap edebildikleri çevrelerde itibar kazandığı da görülüyor. Böylece kötülüğün imalatı ve yaygınlaşmasında bizim paylaşımlarımızın da hatrı sayılır bir yeri oluyor. Belki de sandığımızdan daha zekice bir stratejiyle bilinçli olarak bizi bu sürece dahil ediyorlar. Biz de karşılığını, rt olsun, like olsun, takipçi olsun alıyoruz. Alıyoruz da değiyor mu?

“Ne yani tüm bu kötü fikirleri görmezden mi geleceğiz?” şeklinde tepki verebilirsiniz. Maalesef, yargıyı harekete geçirmesi gereken “hedef gösterme” vs. gibi şeyler olmadığı sürece en doğrusu bu gibi görünüyor. Burada hem gazetelerin hem de okurun / izleyicinin üzerine düşenler var. Bağımsız medya bile bunları cımbızlayıp tık uğruna takipçilerin önüne attığı sürece, onlar bu fikirleri yaymaya devam edecek. Nasıl Zeki Müren’ler alkışlarla yaşıyorsa, kötü fikirler de tepkilerle yaşıyor. Okur veya izleyici bu kötülük saçan haberlere ilgisizleştiği sürece de medya üretmekten kaçınacak. Soru şu: Biz biraz rt, like, takipçi, tıktan vazgeçip saf kötülüğün yayılmasını engellemeye var mıyız? Çünkü iyi veya kötü her fikrin mezarlığı ortak. O da sessizlik.