Yakında hastanelerde nitelikli hekim bulamayacaksınız. Tıp fakülteleri de gerici yozlaşmadan payına düşeni aldı. Siz siz olun, sakın hastalanmayın, hele ameliyat olmanız gerekmesin. Şu an elde olan kadrolar, düzenden ihraç edildikten sonra, artık bu ülkede hiç kimse sağlık hizmetlerini bilimsel ölçütleri dünya ölçeğinde olur biçimde alamayacak. İlk basamak hizmetlerden tutun, karmaşık, güç hastalıklara dek durum böyle. Eğer yakınlarınızda tanıdık bir hekim varsa sorun, beni doğrulayacaktır. Bu durum şaşırtıcı mı? Değil elbet…

Geçen gün değerli bir cerrahla uzunca söyleşme olanağım oldu. “Bugün başıma bir iş gelse kendimi kolayca kimseye emanet edemem” dedi. Ekledi: “Bir on sene sonra asla kimseye emanet etmem” dedi. İçerden bir ses, düzeni derinlemesine aktardı. Ticarileşen ve buna uyumlu olarak arabeskleşen sağlık düzeni sarsıcı. “Eskiden hastalık yok, hasta vardı. Şimdi hasta yok, hastalık var” dedi. Ki, bunu daha sarsıcı örneklerle de destekledi. Ruh hekimi yerine imam görev yapınca kimse şaşmıyor mesela. Sülük servisleri açılarak şifa dağıtılıyor devlet hastanelerinde!

Beslenme konusuna geldiğimizde: “Asla balık yemem” dedi. Görece diğer besinlere göre daha sağlıklı olduğunu söylediysem de balığın, ısrarcıydı. “Akdeniz’de yılda 700.000 göçmen ölüyor ve bu balıklar insan etiyle besleniyor.” dedi. Yani çocuk cesetleriyle dolu denizlerden, tabağımıza bir lezzet gelmesi olanaklı değil. Korkunç! Ne yalan diyeyim, irkildim, ürktüm. Sadece bizim değil, tüm dünyanın ikiyüzlülüğü bu işte. Açık denizlerde tekneler sadece kaçak göçün tekinsiz serüveninden batmıyor. Bunca göçü kaldıramayacağını bilen AB ülkeleri bilerek ve isteyerek bu tekneleri batırıyor. Yani devlet eliyle işleniyor cinayet. Biz de bunu fırsata çevirmeye çalışıyoruz. Tiksindirici…

Dünya evimiz. Kötü bakıyoruz ona, yakında hiçbirimize yetmeyecek dünya; yorgun, yaşlı ve artık imdat çığlığı atmakta. Piyasa iktisadı tüm bunlarla ilgili değil. Kendinden önce ve sonrasını umursamayan, hatta aynı çağı, günü yaşadığı insanlara bile gözü kapalı kalması öneren bir öğreti bu! Evreni anlamak, nereden gelip nereye doğru yol aldığımızı düşünmek için bir an olsun sessizliğe, bencilikten sıyrılıp çevreye bakmaya gereksinim var. Bunu istemiyor işte kapitalizm. Durma ve saldır. Oysa ne bunca değerliyiz, ne bu kibri taşıyacak herhangi bir gerekçemiz var. Yeni imparatorluk çağının sonuna geliyoruz ve devir savaşlarla açılıp, kapanıyor. Öyle olacak yine…



Konuyu diploma meselesine getirmek istiyorum. Uzaktan bize kim bakıyorsa gülüyordur. Neden? Tartıştığımız konu ayıplı da ondan. Nereden baksanız elinizde kalır. Yaşamımızın tamamını kendi dünya görüşüne göre biçimlendirmeye çalışan bir karşıdevrimci elinde oyuncak olmuş insanlar. Şöyle düşünün, yıllarca emek verilmiş tüm Cumhuriyet kurumları hamasetin kucağında. Yetkin tek bir bilim adamını görevde tutmuyorlar. Diyeceğim, diploma dağıtanların zaten ehliyeti yok! Bu üniversitelerden diploma alsanız ne! Diplomayı dağıtacakları atayanın diploması yok! Neyi sorgulayalım; yalancılığı mı, hukuksuzluğu mu, yoksa buna karşın ‘reis’ önünde diz çöken koca toplumu mu?

Olaylar arasında incelikli ilişkileri görmezseniz, yaşadığınız çağı ve toplumu kavrayamazsınız. Bugün küresel ısınmadan dolayı milyonlarca insanın göç edeceğini bilen batı, önce savaş çıkarıyor, meczup önderler yaratıp halkları kırdırıyor, buna karşın hayatta kalmayı başarıp yola çıkanları açıkça katlediyor. Bunu meşru göstermek için, düzen istediği gibi işlesin diye milliyetçi, ırkçı kavgaları körüklüyor. Kendini tanrı tarafından görevlendirilmiş sayan, aynadaki görüntüsüne hayranlıkla bakan sultanlar çağı böyle oluşuyor. İş bitince, çöplüğe atıveriyorlar bu kimseleri.

Masanıza göçmelerin öldürüldüğü denizden çıkan balıkları koyarsanız, hemen hastalanırsınız ve tedavi etmeye gelen hekim ellerini yaradana açarak sizi affetsin diye duacı olur, diplomaya ne hacet! Eh o halde biz de tamamlayalım Allah hepimizin günahlarını affetsin: Hırsızların, katillerin ve bunu teşvik edip, göz yumanların… Hepimizin…