Korkutucu bir yalnızlık içinde boğuluyoruz, biliyorsunuz değil mi? Önümüzde ölü çocuklar dururken, sabah işe gidiyoruz mesela, birbirimize ‘ne olacak şimdi?’ diyemiyoruz, sesimizden korkuyoruz, saklanmak istiyoruz. Koskoca büyüyen bir yalanın parçası olduğumuzu bal gibi biliyoruz! İtiraf edemiyoruz kendimize ama bencilleştik, akşam eve bir an önce gelip, televizyon karşısına dizilmek istiyoruz, sonra uyuklamak, bombaların sesini kısarak yok etmek istiyoruz mesela!

Dayatılan kutsallara iman ediyoruz, içimizde büyüyen isyanımızı ehlileştirerek, hatta yok ederek ayakta kalmaya çabalıyoruz ve buna yaşamak diyoruz, biliyorsunuz değil mi? Hakikati söyleyenleri alkışlıyoruz, ama fotoğraf vermek istemiyoruz onlarla, kaçıyoruz! Mültecilerin varlığına başımızı çevirip, cama dayanan çocuğun gözlerini kayıtlardan çıkarıp nefes almaya devam ediyoruz. Yaşamak diyoruz buna!

Bir süre tüm bu olan biten karşısında öfkemi kusmaktan vazgeçiyorum. Günlük yazının açmazından sıyrılmak, düşünmek, demlenmek ve yeniden somut önerilerle yazmak istiyorum. Bir romana başladım. Tuhaf... Böyle zamanlarda her yaptığımız içeriksiz gibi geliyor. Ama yaşam böyle... Direnmek için mola veriyorum. Günlük olayların beni esir almasına izin vermemek için durmak. Soluklanma arası...

Romanı yazacağım. Ben yazarlardan çok şey öğrendim. Benimki yoksul sofrasında bir lokma olur belki. Adı ‘Ruh İdamı’ olacak.

Çok uzun sürmeyecek ayrılık.

Görüşeceğiz.

Veda değil, mola!