Romanda âşık gençleri sürekli dikizleyen röntgencilerin varlığı ve Sur’un yaşadığı tedirginlik, öylesine tanıdık ki... Sırsız aynaların öbür tarafına geçmeden, bu kuşatıcı ve yok edici sıkışmışlıktan kurtulmanın mümkün olamayacağı mesajını veriyor Biberyan, romanıyla...

Ruh kırılması

Zaven Biberyan’ın “Meteliksiz Âşıklar” romanı için neden “umutsuzluğun romanı” gibi ifadeler kullanıldığını anlamadım hiç. Belki de umutsuzluğun ölçütü farklıdır, aşkın olduğu yerde bir hayalet gibi gezinmez mi umutsuzluk, içsel çatışmalar artmaz mı? Düşünsenize 19 yaşında bir genç, yoksul bir öğrenci, üstelik âşık…

Kendi 19 yaşımı hatırladım, romanda geçen İstanbul’u, benzer bir biçimde meteliksiz bir âşık olarak yaşadığım zamanları. Eminim bu yazıyı okuyacaklar arasında epeyce bir meteliksiz âşık vardır ya da bir zamanlar öyle yaşamış. 1950’ler ile 1990’lar, hatta 2000’ler arasında çok da büyük bir fark olmadığını romanı okuyunca anlayacaklardır, her ne kadar pek çok mekân ve o mekânlarla birlikte şehrin ruhu yok edilse de… “Meteliksiz Âşıklar”ın her daim bu şehrin, daha doğrusu bütün şehirlerin ve kasabaların gerçek yaşayanları olduğunu…

“Edebiyat ve Felaket”in yazarı Marc Nichanian romandaki sunuş yazısında, Biberyan’ın romanın sonunu “siyasi bir ütopya” diye tarif ettiği bir yere vardırmasına şaşırdığını yazmış: “Nitekim, romanın son sayfalarında, siyasi ütopya, aniden mümkün hale gelen bir insan kardeşliği şeklinde, gerçekten de kendini gösterir. Yazarın romanlarında iyiliğin bahşedildiği yegâne andır, gökyüzünün aydınlandığı yegâne an.” Nichanian, bir kaza olarak tarif eder bu ânı: “Korkunun, azabın romanına bu bölüm asla girmemeliydi. İnsan kardeşliğine dair komünist ütopya, roman yazımında asla kendine bir yer bulmamalıydı.” Bu kaza, Nichanian’a göre 19 yaşındaki âşık genç Sur’un bir zafer ânıdır, sırsız aynanın öbür tarafına geçirmiştir onu Biberyan.
Romanda âşık gençleri sürekli dikizleyen röntgencilerin varlığı ve Sur’un yaşadığı tedirginlik, öylesine tanıdık ki… Sırsız aynaların öbür tarafına geçmeden, bu kuşatıcı ve yok edici sıkışmışlıktan kurtulmanın mümkün olamayacağı mesajını veriyor Biberyan, romanıyla...

Psikoterapiye göre “korku”, anlaşılamadığı sürece gücünü korur, yani sırsız aynanın öteki tarafına geçilip yüzleşilmedikçe…

Roman boyunca Sur’un iç çatışmaları, onu bu yüzleşmeye hazırlar âdeta; gerçekte bir kaza değildir, birdenbire o cesareti kendisinde bulmuş değildir.
ruh-kirilmasi-402938-1.Romanın bir sahnesinde “Meteliksiz Âşıklar” Norma ve Sur, Panait Istrati’den bahsediyorlar, Burgazada’da Hristos Tepesi’nde Ay’ı izlerlerken. Sur, Istrati’nin kitabını vermiştir okuması için daha önce, sorar: “Istrati’yi okudun mu?” Norma sıkıla sıkıla kitabı beğenmediğini söyler: “O adam ıstırap çekmeyi seviyor.” Bu sözle de yetinmez, “O adam kötü yaşamayı sevdirmeye çalışıyor” der.

Panait Istrati’yi, balıkçılar kahvesinin bilge kişisi Macit Amca’dan duymuştum ilk, ısrarla okutmuştu kitaplarını. Bana hiç de ıstırabı seviyormuş gibi gelmemişti. Sonra bütün o okuduğum, aralarında intihar etmiş şairlerin de yazdığı hüzünlü şiirlerin hiçbiri, ıstırabı seviyor ya da sevdirmeye çalışıyorlarmış gibi gelmemişti. Bu romanın bana umutsuzluk hissi vermemesi de böyle bir şeydi sanırım. Istrati, bütün yaşanan acılara ve olumsuzluklara rağmen yaşamaktan zevk alınabileceğini anlatmıştı, kolay iş değildi yaptığı. Ama zaten Norma da, Istrati’nin karakterlerine benzemiyor muydu, her şeye rağmen hayattan zevk almaya çalışan?.. Yoksa bir meteliksize ne diye âşık olsun?.. Romanın ilerleyen sayfalarında Sur da Norma’ya hak veriyordu, “Istrati aptalın tekiydi.” Acı sevilemezdi, güzelleştirilemezdi. Biberyan’ın, romanı yazarken Istrati’yle çekişip durduğunu düşündüm. Sur’un Istrati’ye karşı duyduğu isyan, Norma’dan ayrılmayı kabullenmeyeceği anda ortaya çıkmıştı.

Sur’un yaşadığı sorun, Spinoza’nın “Etika”da bahsettiği, “ruh kırılması”yla açıklanabilir belki. “Ruhları kuvvetlendirecek yerde kırma yolunda anlaşanlar, kendileri ve başkaları için katlanılmaz kimselerdir” der Spinoza ve sırf bu yüzden pek çok gencin “ana babalarının darılmalarına dayanamadıkları için askerlik hizmetine” sığındıkları örneğini verir, “savaşın zahmetlerini, bir başkasının kontrolsüz iktidarı”na yeğlediklerini... Sur, ruhunun kırılmasını, Norma’yla, yaşadığı aşkla iyileştirmeye çalışıyordu. Aşk, biraz da böyle bir şey değil midir?..

Ah! Hiç de umutsuz bir roman değil, tam aksine… Istrati okusaydı çok beğenirdi. Bilir çünkü, ruh kırılmasının ne olduğunu…