Ruh sağlığı konusunu genelde bireysel kavramlar üzerinden, bireysel çözümler ölçeğinde tartışıyoruz. Fakat toplumda giderek yaygınlaşan depresyon, kaygı bozukluğu ve stres, politik yanıtlara ihtiyacımız olduğunu ortaya koyuyor.

Ruh sağlığı politik bir problemdir

Colette Shade

Koronavirüs krizi sırasında medyanın ruh sağlığı konusunu haberleştirme şekli, bu sorunların altında yatan sebeplere dair son 40 yıldır konuştuklarımıza karşı çıkmak için bir fırsat. Baskın anlatılara göre, ruh sağlığı problemleri nörokimyasal bozukluklardan ya da ailevi problemlerden kaynaklanıyor. Tedavide ‘standart’ yaklaşımın ise ‘terapi ve ilaç’ denkleminde şekillendiğini görüyoruz. Tabii destek almaktan kesinlikle utanmamalıyız: Sonuçta astım olsanız, soluk aldırma cihazı taşımaktan utanır mısınız?


Astım benzetmesi gayet yerinde ve bu benzetmeyi kullananların düşündüğü bile daha anlamlı. Çünkü astım hastalığının bireysel ölçekte, vücuttaki kimyasal süreçlerle ilintili olduğunu biliyoruz. Diğer yandan, nüfus genelinde politik bir problem olduğunu da biliyoruz. Örneğin, ABD’ye baktığımızda astım hastalığının genellikle otoyollara, atık işleme tesislerine ve ağır sanayiye yakın bölgelerde yaşayan yoksul azınlıklar arasında daha sık görüldüğünü biliyoruz.

İnsanlar astım hastası oldukları için solunum güçlüğü çekiyorlar fakat astım hastası olmalarının sebebi, içinde yaşadıkları toplumun politik değişkenleri. Soluk aldırma cihazı kullanmak tekil hastalara yardımcı oluyor fakat ihtiyaç duyulan asıl çözüm, toplumun insanları zehirli gazlar solumaya mecbur bırakmasına engel olmak.

ÜMİT YOK

Mevcut adaletsizliklere dayalı benzer yatkınlıkları, Britanya’da ruh sağlığı konusunda da görüyoruz. Asyalı azınlıklar ya da yoksulların ruh sağlığı sorunları yaşama ihtimalinin, beyaz ya da zenginlere kıyasla daha yüksek olduğunu görüyoruz. Bu insanlar Covid krizinden de her şekilde daha kötü etkilendiler. Bulaş riskleri ve ölüm oranları fazlayken, salgının ekonomik neticelerinden daha kötü etkilendiler.

Dolayısıyla ruh sağlığı sorunlarıyla ciddi anlamda, toplumsal seviyede mücadele edeceksek, birey ölçeğinde düşünmeye devam edemeyiz. Toplumun aldığı şekil insanları stres, kaygı bozuklukları ve travmalar ile karşı karşıya bırakıyor. Ümitsizlik ve çaresizlik duyguları kalıcı hale gelmiş durumda. İnsanlar uyuşturucu, alkol ve online alışveriş gibi alışkanlıklar edinerek rahatlamaya çalışıyor. Durum zaten kötüydü fakat koronavirüs salgını ve beraberinde gelen toplumsal-ekonomik problemler her şeyi katbekat kötüleştirdi.

Üreteceğimiz çözümler normal şartlarda ‘ruh sağlığı tedavisi’ denildiğinde aklımıza gelen yöntemlerin ötesine geçmek zorunda. İnsanların büyüyüp gelişebileceği bir toplum yaratmak zorundayız; insanların gıda, barınma, sağlık, iş güvenliği gibi temel ihtiyaçlarının karşılandığı, kişilerin sevildiklerini ve değer gördüklerini hissettikleri bir toplum, yaşamlarına anlam katan meşgalelere ayırabilecekleri boş vakitlerinin olduğu bir yaşam.


STRESİN ÖZELLEŞMESİ

Bunu ilk söyleyen ben değilim. Rahmetli teorisyen Mark Fisher, ‘stresin özelleşmesi’ olarak tanımladığı bir süreçten bahseder. Neoliberal toplumun kişilerde strese sebep olduğunu, bununla birlikte kişiyi bu problem ile kolektif ve politik yöntemlerle değil, bireysel ve tıbbi şekillerde mücadele etmeye teşvik ettiğini ifade eder. 2019 yılında Dr. Dainius Puras’ın Birleşmiş Milletler’e sunduğu raporu da hatırlamakta fayda var. Rapora göre, küresel ruh sağlığı krizinin çözüm anahtarı, sosyal demokrasinin inşasında.

Dr. Puras, raporun yayınlanmasının ardından Guardian gazetesine verdiği röportajda “Kemer sıkma politikalarının, kişilerin ruh sağlığına olumlu etki ettiğini söylemek mümkün değil” diyor. “İnsanlar kendilerini güvencesiz hissediyorlar. Gergin hissediyorlar ve bu güvencesiz durumdan dolayı duygusal anlamda iyi ve sağlıklı değiller. Bireylerin ruh sağlığına yatırım yapmanın en iyi yolu, toplumun tüm alanlarında, ailelerimizde ve işyerlerimizde kişileri destekleyen koşullar yaratmak.”

Tabii bireysel tedavi imkanlarından da vazgeçmemeliyiz. İlaç kullanmak ve terapi almak kişilere önemli destek sağlıyor. Fakat bireysel yaklaşımlar, sorunu nüfus ölçeğinde değerlendirdiğimizde yetersiz kalıyor. Rahatsızlığın kökeninde yatan çarpıklıkları, bireysel ölçekte anlayamayız.

Psikolog Tarık Yunis, 7 Ocak günü twitter hesabında şu paylaşımı yaptı “Psikoloji tartışmaları, yaşadığımız çaresizliğin politik bileşenleri silip atan kullanışlı bir araç haline geldi” diyor. “Politik ve ekonomik yönetim sorunlarımızın (neoliberal politikaların yükselişinin) peşinden bilhassa dezavantajlı kesimler için kitlesel acı ve çaresizlik gelmesi kaçınılmaz. Dolayısıyla yaşadığımızın ‘politik ve ekonomik bir kriz’ olduğunu söylemeyi normalleştirmeli, bu sorunları çözdüğümüzde ruh sağlığı sorununu da çözeceğimizi anlamalıyız.”

İnsanları fiziksel ya da ruhsal anlamda ‘hasta etmeyen’ bir toplumu nasıl inşa edeceğimize ciddiyetle kafa yormalıyız. Bizzat bu tartışma, politik eksende şekillenmeli. İnsanların büyüyüp gelişmesi için nasıl politikalar izlememiz gerektiğini, oraya varmak için ne gibi stratejilere ihtiyaç duyduğumuzu düşünmeliyiz. Medyanın da bir anda gizemli şekilde ‘bozuluveren’ beyin kimyamızdan değil, bu problemden söz etmesini umuyorum.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: Tribune Magazine