Bu kelimenin manasını yazının sonunda söyleyeceğim, şimdilik Rusların S-400 füzesi gücünde bir kelime olduğunu bilin yeter.
Bazen oldukça karamsar, bazen bir umut kıpırtısıyla, elimiz yüreğimizde, merak içinde hep aynı soru: Nereye gidiyor bu memleket? Nerede bu muhalefet? Daha ne olsun diye bekliyoruz ki!

Kendi yazdıklarımıza, söylediklerimize ve illa ki yaşadıklarımıza ve gördüklerimize inanıyorsak memlekette yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya bir İslamcı faşizm kurumsallaşıyor.

İyi de, Türkiye tam olarak nereye gidiyor? Bunu cevabı “yüzde elli iyi, yüzde elli kötü” yöne… Çünkü güçler dengesi yüzde elli-elli noktasında… Yüzde elli Saray’dan yana, yüzde elli Saray’a karşı ve karşılar giderek artıyor.

Diyeceksiniz ki, ama Saray yüzde ellisinin elinin altında tank var, top var, yargı var, şu var, bu var, illa ki paramiliter/mahalle eşrafı güçler var… Çünkü tek kelimeyle iktidardalar, muktedirler, “güç” sahibiler.

Ama güç sahibi olmak ile güçlü olmak her zaman aynı anlama gelmiyor işte. Asıl denklemde, yüzde birlik bir Saray oligarşisine direnmeye kararlı yüzde elli ve fazlası var. Bu durumda bardağın yüzde ellisi dolu, yüzde ellisi boş mu diyeceğiz? İster iyimser olun ister kötümser, bardağın içindeki su miktarı değişmez. Su götürmeyen şey, işte değiştirilmesi gereken o su miktarıdır.
O miktarı, güçlerini kendi lehlerine artırmak için, iç savaş tehdidine bölge savaşı tehdidi de katmaktan geri kalmıyorlar. Suriye’den sonra Barzani mi hedefte? Hiç boşuna, “ama daha dört yıl önce sınırlar kalksın, Barzani ile konfederasyon olsun diyorlardı, şimdi ne oldu?” demeyin. Şimdi “Sınırları bu kez biz çizeriz” kostaklanması içindeler. 1926 Ankara Anlaşması, Irak’ın toprak bütünlüğünün bozulması, sınırların anlamsızlaşması durumunda Türkiye’ye Musul ve Kerkük’e müdahale hakkı veriyormuş! (Hiç boşuna, on yıl önce de Kürdistan Bölgesel Yönetimi için “kırmızı çizgimizdir kesinlikle öyle bir yönetim kurdurmayız” dediklerini de hatırlatmayın. Ve öyle dedikten sonra nasıl kanka olduklarını da…)

Bölge eşraflığı özentisi mahalle eşraflığıyla tamamlanıyor. Gidişatı, karakolda ikinci Samast fotosu olarak İçişleri Bakanı ile “nebbaş” mahalle eşrafı kol kola tescilledi. Her ne kadar Kılıçdaroğlu’na son sıralar kızıyor olsak da, bu konuda söyledikleri öfkemize tercüman oldu: “Bu ne demektir? İstediğiniz kadar istediğiniz kişinin mezarına saldırabilirsiniz, sizin tek güvenceniz benim demektir bu fotoğraf. O fotoğrafı çektiren kişinin siyasette, inançta, ahlakta, hayatta yeri yoktur.”

Devlette Saray faşizmi, toplumda mahalle eşrafı faşizmi! Meğer mahalle “baskısı” düpedüz faşist baskı demekmiş. “Aha da işte şunu da yaptık, bunu da yaptık, hadi bakalım!” diyorlar. Dediklerini yapıyorlar, yaptıklarını fotoğrafla ilan ediyorlar.

Bu durumda mahalle eşrafı karşısında sıradan ve sahici mahalle halkının birleşik gücü şart değil mi? Halkın meclisi, halkın adaleti için de lazım; sivil itaatsizlik yanı sıra sivil adalet, anında ve yerinde fiili tepki için. Bakın işte, kadınlar çantalarında, cüzdan, ruj yanı sıra mutlaka biber gazıyla gezmeye başladılar bile…

Kürt hareketini kitleselleştiren ağırlıkla siyasileşen kadınlardı, şimdi Türkiye’nin batısı da kadın direnişini çoğaltıyor. Kürt kadınlar mecburdu, çünkü feodal ortamdaydılar ve kazanmaları gereken, kazanacakları hakları vardı, siyasileşenler bu konuda önemli bir mesafe aldılar. Türk kadınlar ise uzun yıllardır kazanılmış haklarıyla yaşıyorlardı. O haklar ellerinden alınınca şimdi önce “stikhiinyi” bir patlama içindeler. Öyleyse şunu söylemek iddialı bir laf değil: Şeriatçı faşizmin yıkılmasında ağırlıklı rolü kadınlar oynayacaklar.

Şeriatçı faşist otokrasi elbette yıkılacak ama bu işler “stikhiinyi” olsa bile “kendiliğinden” olmayacak…

•••

“Kendiliğinden” deyince… Şu sıralar Lars T. Lih’in “Ne Yapmalı? Bağlamında Lenin’i Yeniden Keşfetmek” başlıklı 900 sayfalık kitabının çevirisini bitirmek üzereyim. Yıllardır Lenin’in tartıştığı önemli bir konuyu, “kendiliğinden mücadele” diye bilirdik, lakin öyle değilmiş! Lenin hep stikhiinyi kabarıştan söz edermiş.

Rusça stikhiinyi kelimesi, çeşitli anlamlar taşıyan zengin bir kelime, bütün anlamları da doğal bir güce dair merkezi bir metafordan kaynaklanıyor; fakat anlamı farklı, hatta zıt çağrışımlara dek uzanabiliyor. Lih, stikhiinyi kelimesini “elemental” diye çeviriyor: doğadaki güçlere özgü, saf, başlıca, basit, ilkel, frenlenmemiş. Lenin elbette stikhiinyi önünde boyun eğilmesine, örgütlü mücadele olmaksızın işlerin gidişatına bırakılmasına şiddetle karşı. Ama stikhiinyi kelimesi Rusça konuşma dilinde başka anlamlar da çağrıştırıyor: Bir stikhiinyi patlaması, aynı zamanda plansız, kaotik, ani, şaşırtıcı ve durdurulamayacak kadar güçlü bir olaydır!

İşte bu “anlamda” son söz olarak Lenin şöyle diyor:
“Biz belirli bir süre sadece sistematik ve plan benzeri hazırlıkları konuştuk, ancak bununla hiçbir şekilde otokrasinin münhasıran doğru yapılmış bir kuşatmayla veya örgütlü bir fırtınayla düşebileceğini ima etmeyi arzulamıyoruz. Böyle bir tutum saçma bir doktrincilik olurdu. Aksine, otokrasinin bu stikhiinyi patlamalarından birinin baskısı ya da onu sürekli olarak her taraftan tehdit eden beklenmedik siyasi komplikasyonlar altında devrilmesi tamamen mümkündür ve tarihsel bakımdan çok daha elverişlidir.
“Ancak, maceracılığa düşmedikçe hiçbir siyasi parti, faaliyetlerini yalnızca bu tür patlamalar ve komplikasyonlar beklentisi üzerine dayandıramaz. Sistematik çalışmalarımızı sapma olmadan yerine getirerek kendi yolumuzda ilerlemeliyiz ve hesaplarımızı beklenmedik olaylara ne kadar az bağlı kılarsak, hiçbir ‘tarihsel dönüm noktasının’ bizleri hazırlıksız yakalayamayacağı ihtimali de o kadar fazla olur.”