Heq, dina üstünde pek çok şey yaratmış. Taş, kuş, toprak, aşk, ağaç, ırmak, insan, heywan, canlı, cansız. Dumansız ateşten yaratıldıkları rivayet edilen cinler ise başka bir yaratıkmış. Hem bu dünyada hem öteki dünyada önemli roller üstlenen bu yaratıkların kadın mı erkek mi, iyi mi kötü mü olduğu da hep tartışılmış. Bizim aramızda, bu tarafta olanlar çöplüklerde, mezarlıklarda, ormanlıkta, izbelerde sessizce ve genellikle bir aile gibi yaşarmış, öte taraftakiler ise ince beyaz bir tülden perdeyle bizden ayrılmıştır ve buraya Peristan denirmiş.

Bu yaratıkların da iyisi kötüsü, inançlısı inançsızı, ahlaksızı iyi kalplisi varmış. Davul, saz ve zurnaya bayılırlar, arada bir görünüp kayboldukları olurmuş. Uçar, yüzer, sürünür, tıslar, havlar, ağlarlarmış. Bazen denizde, bazen derede, bazen gökte, bazen de uçurum ağzında görünür, bazen bir insanın burnundan, ağzından, kulaklarından girer ve girdikleri gibi çıkıp giderlermiş. Cin giren insan çarpılır, ne yazık ki fazla da yaşamazmış. Cinlerin dişisine peri denmiş, batıda Cinniye adını almış. Bunlar bazen insanlara aşık olur, insanla evlenir ve bu evlilikten acaip nesiller türermiş.

Bizde cinler sıpelay, sürelay ve kewelay adlarını almış. Bu üçlü beyaz, kırmızı ve yeşil elbiseler giyermiş. Sıpelaylar geceye hakimmiş, gündüzleri kapı eşiklerinde gizlenirmiş. İnsana en çok görünen, insanı en çok korkutan, ne yazık ki insanı en çok öldürenler de bunlarmış. Bu sıpelayın tokadını bir yersen, valla bir daha iflah olmazsın. Sıpelay ve tüm kötü cinlere karşı Sultan ve Tujik Baba, bir de Avdel Mursa varmış, Tujik toplarıyla, Avdel Mursa ellerinde yalın şimşer taburlarıyla savaşırmış. Her daim kötülük varsa iyilik, karanlık varsa aydınlık varmış.

Bir zamanlar İşbiliye Kadısı, Kurtuba'da Halife Ebu Yusuf Yakub'un hekimliğini yapan İbn Rüşt düşünceleri nedeniyle, bir veba gibi yayılan Berberi fanatiklerce kötülenerek gözden düşünce, bin yüz doksan beşte Kurtuba yakınlarında bir köyde mecburi ikamete alınmış. Halife Berberilerin baskısına dayanamamış, İbn Rüştü saraydan ve şehirden de kovmuş, yazılarını yasaklatmış, kitaplarını da yaktırmış. Göz hapsinde kaldığı köyde hasta bulmakta güçlük çekmiyor, elde ettiği kazancı at ticaretine yatırıyor, tinaja denilen kil çömleklerin yapımına katkı sağlıyormuş. Köye, at ticaretine, kil çömlekçiliğe mahkum edilen İbn Rüşt, özgür düşüncenin simgesi olarak filozofların yargılanamayacağını, düşüncenin ilerlemesi için özgür düşüncenin baskılardan ırak var olması gerektiğini söylüyordu. Üstelik İbn Rüşt, düşünsel gelişime katkı yapan kişi, bizim dinimizden olmasa bile onun katkısından yararlanmak gerektiğini dile getiriyor, alt insan olarak görülen kadınlar için, bizim devletlerde kadınların değeri bilinmez, kocalarının hizmetine koşulur, doğurma, çocuk yetiştirme ve emzirme dışında iş verilmez, diğer etkinlikleri inkâr edilir, kadınlar bizde ota benzetilir, gibi zındıkça görüşler ileri sürüyordu.

İbn Rüşt Kurtuba'daki o küçük köyde Dünia adlı bir kadınla evlenmişti, sakalları sıpela, yaşı artık ileriydi, Dunia çok talepkârdı, Rüşt, küçük kuşum diye okşadığı kadını her gece memnun edemeyeceğini elbette görüyor ve onu hikâyelerle doyuruyordu. Bilim, mantık, çelişki, ilerleme, özgür düşünce gibi sözcükler her gece sallanan tahta yataktan aşağı, küçük beyaz evin kapısından sessiz sokağa sızıyordu. Hazar Efsane Farsça'dan Arapça'ya çevrilmişti, İbn Rüşt bu kitaptan diğer pek çok hikâye gibi Balıkçıyla Cinin hikâyesini genç karısına anlatıyor, Dünia kendisini Şehrazad'ın sürekli hikâye dinlemek isteyen kız kardeşine benzetiyordu. Yıllar geçti, Rüşt'ün Dünia'dan kulak memesi olmayan pek çok çocuğu oldu, derken Halife Ebu Yusuf Yakub önemli bir savaşta galip gelerek Guadiana nehri kıyısında Kastilya'nın Hırıstiyan Kralı Alfonso karşısında büyük bir zafer kazandı, Halife Muzaffer anlamına gelen Mansur adını aldı, fetihten dönen bir kahramanın özgüveniyle Berberileri süpürdü, İbni Rüst'ü yeniden saraya çağırdı, Rüşt ve Dünia'dan doğan kulak memesiz çocuklar dünyaya yayıldılar. En iyisi ben burada artık eseyim, gerisini iflah olmaz bir Rüşt hayranı olan babasınca kendisine Salman Rüşdü adı verilen yazarın İki Yıl Sekiz Ay Yirmi Sekiz Gece'sini açın okuyun.

İbn Rüşt, Yakub'un sarayına döndükten bir yıl sonra Marakeş'te öldü, ününün yayılmasını bizzat göremedi, ama insanlığın ortak hafızasında akıl, bilim, tolerans ve sekülerizmin simgesi oldu, saecularis yalnızca bir saeculum'da bir, yüzyılda bir, yani kuşakta bir gelen fikir demekti. Kimilerine göre evlendiği Dünia aslında bir insan değil, fettan bir Cinniye idi ve Rüşt'ün aykırı düşüncelerinin de kaynağıydı.

Dünya sadece Suriye'de, Halep, İdlip, Rakka'da değil, ta Berlin'deki Noel kutlamasında tır ile çocukları ezen cinden beter korkulu canavarların bir korkulu geçit törenine sahne çoktandır. Polislerin büyükelçileri arkasından kurşunladığı, rehin alınmış askerlerin cayır cayır yakıldığı, düşüncenin simgesi gazetecilerin hapse atıldığı bu zifiri karanlık dönemde, İbn Rüşt'e ve onun bin yıl boyunca dünyayı kötü cinlerden koruyan Düniasına anlattığı hikâyelere, kuşkusuz yeni formatlarıyla hâlâ ihtiyacımız var.