Lenin’in ‘emperyalizm, sermaye ihracının büyük anlam kazandığı finans kapital ve tekeller çağıdır’ önermesinden hareket edersek Rusya’nın sermaye ihracı temelinde bir aktör olmadığını söyleyebiliriz.

Rusya emperyalist mi?-2

Geçtiğimiz hafta ilk bölümünü yayımladığımız, “Rusya Emperyalist mi?” sorgulamasını, Moskova’nın küresel finansal sistemdeki yerinin ve askeri güç olarak ağırlığının analiziyle sürdürüyoruz.

3) Rusya’nın Küresel Finansal Sistemdeki Yeri Küresel Bankalar ve Rusya

Bilançolarındaki varlıklar temel alınarak yapılan dünyanın 100 büyük bankası sıralamasında 21 Çin, 12 ABD, 9 Japon, 6 İngiliz bankası bulunuyor. Rus bankaları arasında bir tek Sberbank 67’nci sıradan kendine yer bulabiliyor. Çin’de finans sisteminin bankacılık ağırlıklı olması, buna karşın ABD’de sermaye piyasalarının yani borsa ve tahvil piyasalarının gelişkinliği bu tabloyu ortaya çıkarıyor. Ancak her halükarda Rusya’nın dünya bankacılık sektöründe büyük bir ağırlığı bulunduğu söylenemez. (advaratings.com sitesinden alınmıştır.)

Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve Rusya

Sermaye ihracı ile ithalinin önemli bir göstergesi olarak bir ülkenin yurtdışındaki toplam doğrudan yabancı sermaye (DYS) yatırımlarının ve o ülkeye yapılan DYS’leri ölçü alabiliriz. Rusya’ya yapılan DYS’lerin toplam stoku 2000 yılında 20.7 milyar dolar iken, 2010 yılında 464.2 milyar dolara yükselmiş, 2020’de 446.7 milyar dolara gerilemiş. Buna karşın Rusya’nın yurtdışına DYS’leri 2000’de 19.2 milyar dolar, 2010’da 336.4 milyar dolar, 2020’de 379.6 milyar dolar şeklinde gerçekleşmiş. 20 yılda çok büyük sıçramalar gözlenmesine karşın, Rusya’nın küresel DYS’nin ancak %1.07’sini çektiğini, %0.97’sini ise başka ülkelere yatırdığını görüyoruz.

ABD’de 10.8, Çin’de Hong Kong’la birlikte 3.8, Hollanda’da 2.9, İngiltere’de 2.2 trilyon dolarlık DYS yatırımı var. Buna karşın yurtdışına ABD’nin 8.1, Çin’in 4.3, Hollanda’nın 3.8, İngiltere’nin 2.1 trilyon dolarlık DYS yatırımı söz konusu. Bu rakamlarla karşılaştırıldığında DYS yatırımı konusunda da Rusya’nın kayda değer bir aktör olduğu söylenemez (UNCTAD, World Investment Report 2021).

Çok Uluslu Şirketler Sıralamasında Rusya

Dünyanın piyasa değerine göre en büyük 100 çok uluslu şirketini incelediğimizde ABD’nin 59, Çin’in 14, İsviçre, Hollanda ve Japonya’nın 3 şirketine rastlıyoruz. Bu listede hiçbir Rus şirketi bulunmuyor. Rusya’nın en büyük şirketleri 67 milyar dolarla Gazprom ve 40 milyar dolarla Lukoil. Halbuki dünyanın 100. büyük şirketi Belçikalı Anheuser Busch’un piyasa değeri 128 milyar dolar. Rusya’nın bu kategoride de büyük bir ağırlığı bulunmadığını söyleyebiliriz. Haliyle tüm bu istatistikler Ukrayna savaşı öncesine ait. (visualcapitalist.com Temmuz 2021).

Küresel Servet Birikimi ve Rusya

İsviçre bankası Credit Suisse her yıl Küresel Zenginlik Raporu yayımlıyor. 2021 raporunda hisse senetleri, tahviller, yatırım fonları, banka hesaplarını içeren ülkelerin kişi başına serveti, vergi cennetleri bir yana bırakılırsa İsviçre’de 674, ABD’de 505, Avustralya’da 484, Fransa’da 299, Japonya’da 257, Çin de 68 bin dolar. Rusya’da ise 27 bin dolar dolaylarında. ABD dünyadaki toplam servetin yüzde 30.20’si, Çin yüzde 17.90’ına sahipken, Ruslar ancak yüzde 0.73’ünü ellerinde tutuyor.

Lenin’in “emperyalizm, sermaye ihracının büyük anlam kazandığı finans kapital ve tekeller çağıdır” önermesinden hareket edersek, Rusya’nın sermaye ihracı temelinde ağırlıklı bir aktör olmadığını söyleyebiliriz.

4) Rusya’nın Askeri Ağırlığı

Rusya’nın gücünü açıkça hissettirdiği alanların başında silahlanma geliyor. 1949’dan beri nükleer silahlara sahip bulunan Rusya, Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü 2021 Yıllığı’na göre, dünyada en fazla savaş başlığına sahip ülke.

ABD’nin üslere yerleştirilmiş ve ateşlenmeye hazır 1800, Rusya’nın 1625 savaş başlığı bulunurken depolanmışlar da dahil savaş başlığı stoku ABD’de 5550, Rusya’da 6255. Hemen arkalarından gelen Çin’in o da aktif olmayan sadece 350 savaş başlığı bulunduğu düşünülürse, bu iki ülkenin nükleer silahlanmadaki kahredici etkinliği daha iyi anlaşılabilir.

Silah satışlarında da ABD ile Rusya büyük farkla ilk iki sırayı alıyor. ABD dünya silah satışlarında 2011-15 aralığındaki yüzde 32’lik ağırlığını 2016-20 döneminde yüzde 37’ye çıkarırken; Rusya’nın aynı dönemlerde, yüzde 26 olan ağırlığı yüzde 20’ye gerilemiş. Rusya’nın en önemli pazarları yüzde 2`yle Hindistan, yüzde 18’le Çin ve yüzde 15’le Cezayir. Farklı bir sınıflandırmayla Rusya; yüzde 49’la Hindistan, yüzde 41’le Mısır, yüzde 77 ile Çin, yüzde 69’la Cezayir, yüzde 66’yla Vietnam, yüzde 89’la Kazakistan ve yüzde 99’la Belarus’un ana silah tedarikçisi. (SIPRI Fact Sheet Mart 2021, Trends in International Arms Transfers 2020).

ABD’nin 70’in üzerinde ülkede 800’ü aşkın askeri üssü bulunuyor. Rusya’nın ise 10 ülkede 21 askeri üssü var. Suriye Tartus’taki deniz üssü stratejik bir öneme sahip. Eski Sovyetler Birliği üyesi ülkeler dışında da Sudan ve Eritre’de askeri tesisler bulunduruyor.

Rusya silahlanma bütçesi açısından da dünyada üçüncü sırada yer alıyor. Yıllık 61.7 milyar dolarlık askeri harcamaları, en büyük müttefiki Çin’in 252 milyar doları ile toplanınca 314 milyar doları buluyor. Ancak bu rakam bile ABD’nin 778 milyar dolarlık bütçesinin yarısına bile ulaşamıyor. Rusya’nın hemen arkasında 45-60 milyar dolar harcama aralığında İngiltere, Suudi Arabistan, Almanya, Fransa, Japonya, G.Kore tam 6 ülke yer alıyor.

Rusya’nın yakın tarihte hinterlandında kabul ettiği Gürcistan, Ukrayna, Moldova ve Yugoslavya’ya müdahale ettiği biliniyor. Ancak bu askeri harekatlarda temel motivasyonun jeopolitik kaygılar dışında, doğal kaynaklar ve serveti ele geçirmek, ekonomik sömürü mekanizmaları kurmak motivasyonuna dayandığını söylemek zor görünüyor.

Sonuç
Putin’in genişlemeci özlemleri olsa da, bu tahayyülün sınırları ve ufku oldukça dar. Novorossiya, yani “Yeni Rusya” sloganıyla Ukrayna ve Belarus’u Rusya ile birleştirme planı da Çarlık dönemi hayallerine takılıp kalmış, arkaik bir fikirdir.

Soğuk Savaş döneminde ABD’nin başını çektiği Atlantik Bloku ile Sovyetler Birliği askeri güçleri yanında her biri kendi özerk ekonomik etki alanına sahip, başka ülkelere ihraç edilecek bütünlüklü bir ideolojisi bulunan iki ayrı sistemi temsil ediyordu. Kendi açılarından etnik ulusal kimlikleri aşan, evrensellik iddiaları taşıyan bir cazibe sunuyorlardı. Putin’in ise, Slav-Ortodoks Hıristiyan dünyası dışında etkisi olacak, farklı coğrafyalarda rıza ve ikna mekanizmalarını harekete geçirerek hegemonya kuracak bir fikri çerçevesi de bulunmuyor.

Bugünkü Rusya askeri gücü dışında, rakamların ortaya koyduğu gibi küresel tekellerin ve finans kapitalin rekabet dünyası içerisinde söz sahibi olacak bir potansiyele sahip değil. Etki alanındaki ülkelere sermaye ihraç ederek, kar ve sömürü mekanizmaları kuracak bir noktaya da gelememiştir. Sadece petrol ve doğalgaz piyasasında önemli güçlerden biri olarak dengeleri etkileyen ülkeler arasındadır.

Tüm bu nedenlerle niyetinden bağımsız, bugün Rusya’yı emperyalist diye niteleyerek, ABD-AB-Japonya’nın başını çektiği kolektif emperyalizmle aynı kefeye koymanın yerinde olmadığını düşünüyoruz. Ancak bu konudaki tartışmaların devamının anlam taşıdığına da inanıyoruz.