Kriz Avrupa ve Türkiye'de dünyanın geri kalanına göre çok daha fazla hissedilecek. Rusya, Avrupa doğalgaz ihtiyacının yüzde 40’nın, petrolün ise yüzde 25’inin tedarikçisidir.

Rusya-Ukrayna krizinin ekonomik etkileri üzerine

Öner Günçavdı

Rusya’nın Ukrayna hamlesi ile uluslararası siyasette kartlar tekrar karılıyor; herkes elindekileri masaya koymaya hazırlanıyor. Batılı devletlerden, Rusya’nın bu hamlesini daha da ileriye götürmesini engellemeye yönelik birbirini izleyen açıklamalar yapılıyor. Şimdilik daha çok konuşuluyor; tehditler savruluyor, ama çok fazla eyleme rastlanmıyor. Sanki Rusya’ya “yeter”, “burada kal” demek isteniyor.

Şu ana kadar bir tek Almanya’nın “Kuzey Akım 2” petrol boru hattının lisanslama süreci fiili olarak durdurulmuş durumda. Dikkat edin; projenin iptali değil, sadece lisanslama sürecini durdurmaya karar verilmiş. Bunun dışındakiler, sadece Batı’nın Rusya’ya karşı yapabileceklerinin dillendirilmesinden ibaret.

Tam da COVID-19 sonrası dünya ekonomisi toparlanma emareleri göstermeye başlamış, dünya merkez bankaları yeni parasal duruşlarının koşullarını oluşturmuş ve merakla FED’in alacağı faiz kararını beklemeye başlamışken, uluslararası gündeme bomba gibi düşen bu kriz, dünya ekonomisinde yeni ama uzun süreceği kesin sorunların da önünü açtı. Bu kriz görmezden geldiğimiz, belki de farkında olmadığımız geçmişteki bazı sorunların daha da görünür olmasını sağladı.

Rusya Devlet Başkanı Putin’in açıklamalarından da anlaşıldığı üzere, bu krizin Ukrayna özelinde yaşanan basit bir kriz olduğunu düşünmüyorum. Kolay kolay da hallolacağını sanmıyorum. Hele nasıl sonlanacağını ise, şimdiden tahmin edebilmek gerçekten güç. Sanırım krizin kökleri SSCB’nin dağılma sürecinde saklı.

Yaşadığımız krizin, 1991 sonrası Rusya aleyhine, Doğu Avrupa’da oluşan statükoya yönelik bir karşı geliş ve uluslararası sistemin içinde kendisini de dikkate alan “yeni bir nizam” arayışı olduğunu düşünüyorum. Bu haliyle Doğu Avrupa’da hala yerli yerine oturmamış bir dengenin varlığının ve Rusya’nın yol açtığı bu müdahale ile yeni denge arayışlarına ihtiyaç duyulduğunun açık bir göstergesidir yaşadıklarımız.

Malum… Boris Yeltsin başkanlığındaki Rusya tüm çabalara rağmen, ekonomik imkânsızlıkların etkisiyle SSCB’nin mirasına yeterince sahip çıkamamıştı. Şimdi Putin liderliğindeki Rusya ise, sahip olduğu ekonomik güç ve Avrupa ülkelerinin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik koşulları fırsata çevirerek, aradan geçen otuz yılı aşkın bir zamandan sonra bu mirasa sahip çıkmaya karar vermiş görünüyor. Mirasını talep ediyor. Belki de sahip olduğu ekonomik gücü biraz da abartarak…

Öte yanda Batı müdahaleyi bu şekilde yorumladığı için de, Rusya’nın Ukrayna’nın iki vilayetine girmekle sınırlı kalmayacağına inanıyor. Buna bir sınır çekilmesi gerektiğini düşünüyor.

Rusya’nın bu özgüveni özel olarak Avrupa ülkeleri, genel olarak da dünya ekonomisi ile geliştirdiği ekonomik ilişkilere dayanmaktadır. Daha çok doğal kaynak ihracatçısı olan Rusya Batı Avrupa ülkeleri için artan öneminin yol açtığı öz güvenle bunları yapıyor. Bugün Rusya’ya karşı gösterilecek direnç dünya ekonomisi ve özellikle Batı Avrupa ülkelerinin Rusya’ya bağımlılıkları ile ilgilidir. Zira son yıllarda başta Almanya olmak üzere birçok Avrupalı ülkenin enerji, hammadde ve gıda tedarikçisi konumuna geldi Rusya. Bu vazgeçilmez bir bağımlılık mıdır? Sanırım Rusya “vazgeçilmez” olduğunu düşünüyor.

SSCB’nin dağılmasının ardından Rus ekonomisi büyük bir dönüşüm yaşamış, kontrollü bir ekonomiden piyasa ekonomisine geçişte oldukça zorlanmıştı. Piyasa ekonomisi kurumlarının yerini, etkileri bugün de devam eden “mafyavari” oluşumlar doldurmaya çalışmıştı. Zamanla evrilen bu gruplar günümüzün “oligarkları” oluverdiler. Ortaya çıkan enflasyon, sürekli değer kaybeden ruble, artan yoksulluk ve gelir dağılımındaki bozulmalar Rus siyasetinin önceliği olmuştu.

Benzer sorunlar Ukrayna gibi, SSCB’nin çevresindeki “uydu” ülkelerinde de yaşandı. Ukrayna ve benzeri ülkeler kendi kaderlerini Rusya’dan ayrı düşünmeye başladılar. Zira Rusya’nın bu ülkelere yeni bir refah vaadi yoktu. Bu süreçte Batı ise, SSCB’ye karşı zaferini garantiye alma gayreti içinde, bu uydu ülkeleri ekonomik ve siyasi olarak desteklemeye başladı. Bu da SSCB’nin parçalanmasını hızlandırdı.

Zaten bu dönemde kendi dertlerinin peşine düşen bu ülkelerin her biri, kendi ulusal paralarını çıkarmış ve bu paraların değerini koruyabilmek için de, dolara bağlamışlardı bile. Bu şekilde ihtiyaç duydukları mali desteği kolayca Batıdan alabilmenin ön koşulunu gerçekleştirmişlerdi. Sözüm ona “emperyalist” bir devlet görünümünde olan SSCB’nin rublesi, bu ülkeleri kendi yörüngesinde tutabilmek için, paralarını bağlayabilecekleri istikrarlı bir “çıpa” fonksiyonu göremedi. 1990’ların başında petrol fiyatlarının düşük olması ve Rusya’nın bu kaynakları yeterince dünya piyasalarına nakledecek imkânlardan mahrum olması, ülkenin döviz gelirlerini kullanacağı çok acil ihtiyaçlarının bulunması, rubleyi SSCB dönemindeki ülkeleri bir arada tutacak bir parasal birliği kurabilmekten uzak tutmaktaydı.

Rus rublesinin bugün de böyle bir fonksiyonu yerine getirebileceğinde şüphem var. Bugün Rusya’nın Ukrayna gibi ülkeleri uydusu yaparak gerçekleştireceği bir birlik arayışının ekonomik olarak bir başarısızlıkla sonuçlanacağını tahmin ediyorum. Putin liderliğindeki Rusya’nın ekonomik istikrar ve sürdürülebilir bir refah adına bu ülkelere verebileceğinin çok sınırlı olacağını düşünmekteyim.

Aslında bu ülkelerin her biri geçmişte SSCB’nin kendi ekonomik ihtiyaçları doğrultusunda karşılıklı bir tedarik zincirinin bir parçası yapılmıştı. Ekonomilerinin çeşitlenmesine izin verilmemiş ve böylece her birinin kendi ekonomik varlığı bir diğerine bağlı kılınmıştı. SSCB’nin çöküşünün ardından bağımsızlıklarını ilan etmiş olsalar da, bu ülkelerin ekonomik ihtiyaçlarını SSCB çatısı altında, var olan bir tedarik zincirinden elde edebilmelerinin imkânı kalmamıştı. Herkes kendi başının çaresine bakmak, bunun için de uluslararası sistemle bağlar geliştirmek zorunda kalmıştı. Rusya’nın bu ülkeler arasındaki bütünlüğü koruyacak ne ekonomik gücü, ne de ekonomisindeki ürün çeşitliliği yeterliydi. Dahası bu birlikteki insanları SSCB döneminde olduğu gibi, daha aza ikna edebilmenin ideolojik dayanağı da kalmamıştı.

Kanımca bu güç ve ekonomik çeşitlilik hâlâ Rus ekonomisinde yok. Buna rağmen doğal kaynak ihracatına dayalı ekonominin getirdiği zenginlik, Rusya’nın gücü ile alakalı abartılı bir algı oluşturmuş belli ki. Bu zaman zaman bizim siyasetçilerimizde de rastlanan bir algıdır.

Elbette Rus ekonomisinin petrol ve türevleri piyasaları ile madencilik ve gıda alanlarında dünya piyasalarında önemli bir aktör olduğu doğrudur. Ama hiçbir zaman dünya ekonomisini Covid-19 salgınında olduğu gibi, tüm dünyayı durgunluğa götürebilecek niteliğe sahip bir Çin ekonomisi gibi alternatifsiz değildir. Çin dünyadaki tedarik zincirlerinin çoğunun değişmez unsuruyken, Rusya sadece hammadde tedariki bakımından bir öneme sahiptir. Fakat bu son gelişmeler Çin’e karşı Avrupa Birliği ülkelerinin desteğini almaya çalışan ABD’nin bu gayretlerini bir süreliğine sekteye uğratacak ve bu süre zarfında Çin’e ekonomik ve siyasi manada bir alan açacaktır. Son yıllarda dikkatini Güney Doğu Asya’ya yoğunlaştıran ABD’nin bir süre Doğu Avrupa ile meşgul olmasına yol açacaktır.

Ancak itiraf etmek gerekirse, bu krizin yine petrol ve gıda fiyatları üzerinde yaratacağı enflasyonist etkiler tüm dünyada hissedilecektir. Hali hazırda dünya ekonomisindeki enflasyonun en önemli unsurları olan enerji ve gıda fiyatlarının çok daha önem kazanması beklenmelidir. Mevcut para politikalarıyla var olan enflasyonun kontrolünü güçleştirecektir. Başta ABD olmak üzere birçok ülkede para piyasalarında ek sıkılaştırıcı tedbirler gündeme gelecektir. Faizlerin beklenenden daha fazla yükselmesini bekleyebiliriz. Doğaldır ki bu da, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere tüm dünyada büyüme oranlarının beklenenden düşük olmasına yol açacaktır.

Rusya’ya karşı uygulanacak yaptırımlar uluslararası tedarik zincirlerinin yönünü değiştirecektir. Bu Rusya’nın döviz gelirleri üzerinde olumsuz etkiler yaratırken, rublenin değer kaybetmesi neredeyse kaçınılmaz olacaktır. Fakat TL rubleden daha fazla değer kaybettiği müddetçe, Rus turistlerin ülkemize gelmesi sağlanabilecektir. Elbette doğrudan bir kısıtlama gelmezse…

Özellikle, bu krizin etkilerinin Avrupa ülkeleri ve Türkiye’de dünyanın geri kalanına göre çok daha fazla hissedileceği de açıktır. Zira Avrupa doğalgaz ihtiyacının yüzde 40’nı, petrolün ise yüzde 25’ini Rusya’dan temin etmektedir. Gıdada da dünyanın en büyük buğday ihracatçısı olarak, Rusya’nın dünya ihracatı içindeki payı yüzde 25’tir. Kriz ve beraberinde uygulanacak yaptırımların bu piyasalarda arz şoklarına neden olması ve fiyatların artmasına yol açması beklenmelidir.

Türkiye bakımından konuyu ele alırsak gıda fiyatları enerji ile birlikte mevcut yüksek enflasyonun en önemli sebepleri arasında yer almaktadır. Geçen sene itibariyle ülkemizin buğday ithalatının yüzde 85’ini Rusya’dan, yüzde 10’unu ise Ukrayna’dan yaptığımızın bilinmesinde fayda var. Yine geçen yıl ayçiçeği yağı ithalatımızın ise yüzde 70’i Rusya’dan yapılmıştır. Bizdeki enflasyonun temel belirleyicilerinin gıda ve enerji fiyatlar olduğu düşünülürse, bu son gelişmelerin Sayın Bakan Nureddin Nebati’nin gözlerindeki ışıltıya gölge düşürecek bir etki yapması muhtemeldir.

Rusya’nın yapmak istediği bu askeri ve siyasi eyleminin kendi ekonomik imkânlarının ötesinde bir hamle olduğunu düşünüyorum. Özellikle sorunun orta ve uzun vadeye yayılmasının, böyle bir oldubittinin Rus ekonomisi ve Rus halkına çok daha fazla zarar vereceğini düşünüyorum. Rus ekonomisine bağımlılığı yüksek olan Avrupa ülkelerinin Rusya’ya karşı sergileyeceği duruştaki kararlılıkları, bu krizde ve Rusya’nın gelecekte başvuracağı benzer tarzda eylemlerdeki caydırıcılığının gücünü belirleyecektir. Dahası bir süreden beri ilgisini Uzak Doğu Asya ve Çin’e çevirmiş olan ABD’nin de tekrar Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya ile ilgili endişelerinin canlanmasına şahitlik edeceğimizi tahmin etmek mümkün.

Rusya’nın bu müdahalesi neticede askeri ve ekonomik manada “güçlü” ve “güçsüz” arasında orantısız bir güç mücadelesidir. Bu müdahalenin dünyaya etkileri bir yana, kesin olan bir şey var ki, bundan en çok, Rusya’nın yıkıcı askeri gücüne karşı gelebilmesi çok düşük bir ihtimal olan Ukrayna halkı etkilenecek; maliyetin çoğu onlara çıkacaktır.