İkinci Dünya Savaşı sonrası toplumsal yıkımın etkisini en çok gösterdiği yıllar.

İkinci Dünya Savaşı sonrası toplumsal yıkımın etkisini en çok gösterdiği yıllar.

ABD’de suç oranlarında inanılmaz bir artış gözleniyor. Asayiş problemleri çığrından çıkmış, huzur namına bir şey kalmamış.

Bu suç patlaması durumuna izah aranırken 1979’da iki akademisyen, Lawrence Cohen ve Marcus Felson, çıkıp bir makale yayınlarlar. Teşhisi koymuşlardır; Rutin Aktiviteler Teorisi. Günümüz dünyasının iç güvenlik paradigmasında hâlâ en geçerli yaklaşım, polis akademilerinin de değişmez ders konusudur Rutin Aktiviteler Teorisi.

Cohen ile Felson, her ne kadar suç işleme eyleminde tercih önemli olsa da zamansal, mekânsal ve duruma bağlı bir rutinin hiç şaşmadığını söyler.

Ve teorinin en önemli kısmı suçu şu üç bileşene dayamasıdır: Yeterli motivasyona sahip suçlu, uygun hedef, hedefi suçtan koruyabilecek mekanizmanın ve unsurların yokluğu.

Bu üç faktör bir araya geldiğinde suç kaçınılmazdır.

Bizim Büyük Rutinimiz

Bir seçim daha geldi geçti ve yaklaşık 12 yıllık kendimize has rutini yine tamamladık.

Ufak tefek nüans farklarıyla her dönem içinde debelendiğimiz rutin.

Her seçime uyuyor:

Seçim bahsi açılır - Adaylar belirlenir - Muhalefetin ne kadar yanlış tercihler yaptığı konuşulur. Hadi neyse yine de destekleyelim denir - İktidar insan havsalasının alamayacağı kadar büyük paralarla kampanya yürütür, devletin tüm imkânları seferber edilir - Muhalefet adayları birkaç yüz bin seçmeni etkileyen sosyal medyada, iktidar adayı milyonlarca seçmeni etkileyen TV kanallarında parlar – Hükümet lideri azınlıkları aşağılayıp nefret suçunun kıyılarında yüzerek Anadolu sağcılarını konsolide eder – Seçim günü yaklaşırken anket şirketleriyle, seçim günü Anadolu Ajansı’yla kaba saba, gizlenmeye gerek görülmeyen bir çarpıtma kampanyası yürütülür – Seçimler biter, iktidar kazanır, muhalefet asıl biz kazandık der – Balkon konuşması yapılır.

Selahattin Demirtaş’ın dipten gelen zaferi dışında bu seçimde de rutin bozulmadı, aşağı yukarı çarklar aksamadan döndü.

Ve seçim sonrasının rutinine ait “Gitmek lazım buralardan”, “Bu halktan bir halt olmaz”, “Bu kadar açık yalanlar söyleyen, hırsızlık yapan, zalimlik eden, suç işleyen birine nasıl oy veriyorlar hâlâ ya” serzenişleri.

Şimdi “suç işleyen birine nasıl oy veriyorlar hâlâ” isyanında kalalım ve Rutin Aktiviteler Teorisi’ni de yanına koyalım.

Teoriye göre suçun işlenmesi için gereken üç faktörü durumla eşleştirebiliriz.

Çekinmeden yalanlar söyleyebilen, hırsızlığı ayyuka çıkmış olsa da aynen devam eden, karşısındaki her kesime belirli dozajla ama mutlaka bir biçimde zulmeden, yani kısacası suç işlemeye yeter motivasyona sahip bir özne.

Yaşam standartlarının düşüklüğüne bakmadan bütün gelişmiş ülke vatandaşlarının kendisini kıskandığına, sözü kale alınmayan bir devleti büyük görmeye, gücün etrafına yanaşırsa kendi kudretinin de artacağına, parasının üç beş devletlinin lüksü için çalınmasında problem olmadığına inanmaya hazır bir kitle. Aşağıladıkça, zulmettikçe kendi oy oranını artırabildiğin azınlıklar-ötekiler. Yani suç işlemek için uygun durumda bekleyen, cezbedici bir nesne.

Son olarak da devletin tüm gücüyle desteklediği, inanılmaz boyutlarda medya desteğine sahip, her yol mübah anlayışıyla hareket eden bir iktidara karşı insanların tatillerini bozmaya dahi değer bulmadığı, karşının benzeri, iddiasız bir aday çıkaran muhalefet. Ve devletin halka karşı işlediği suçları denetleyecek, yargılayacak kurumların etkisiz hale getirilmiş olması. Yani kısaca hedefi suçludan koruyacak mekanizma ve unsurların yokluğu.

Demem o ki, bir suçun işlenebilmesi için gereken şartların tümü mevcut. “Bu suç şebekesi nasıl durdurulur” sorusunun yanıtı da çok karmaşık olmasa gerek.

Suç, iki seçim arası icraatlar şeklinde günlük hayatımızın bir parçası olarak yerini bulmuşken, suçlunun hedefini koruyabilecek bir mekanizma kurulmadan suçlunun motivasyonunu kırmanın yolu yok gibi.

DEMİRTAŞ’IN 9.8’İ
Seçimden önceki son Çay Ocağı’nda şöyle yazmıştım; “Selahattin Demirtaş konuştukça büyüyor, hareket ettikçe daha fazla göz üzerine dikkat kesiliyor... Partisinin toplam etkisini aştığı ve onu seçim sonrası için daha güçlü bir pozisyona çekeceği açık... Demirtaş, her hâlükârda seçimin kazananlarından biri olacak dersek yanlış olmaz.”

Sonuçlar bu beklenen öngörünün de teyidi oldu. Demirtaş, ülkenin birbirine uzak yerlerinden, farklı kesimlerinden partisinin daha önce temas sağlayamadığı birçok insanın desteğini alarak yüzde 10 bandında bir sonuç çıkardı. Bu sonucun içinde barındırdığı umuttan, geleceğe dair sunduğu olanaklardan, verdiği olumlu mesajlardan sayfalarca yazı döşenebilir.

Şimdilik ahkamsız ve kaygısız biçimde şunu söylemekle yetineyim: HDP, Demirtaş’ın ilkeler etrafında ördüğü, kapsayıcı, tavizsiz ama ayakları yere basan kampanya sürecini iyi değerlendirir ve genel politikasına yedirebilirse kısa sürede ülke siyasetinin daha güçlü bir öznesi haline gelir.