Beklerken sonunda sıra bana geliyor. Tam bankoya yaklaşacakken önüme bir adam dikiliyor. Eliyle beni göstererek “O giremez,” diyor

Rüya

MELTEM GÜRLE

“Ne olur bu bir rüya olsun!” demiş Nuh Köklü. Kalbine saplanan bıçaktan hemen sonra. Özgecan Aslan da öyle demiştir herhalde. “Bu bir kâbus olmalı,” demiştir. “Bitsin artık!” demiştir. Onu da bıçakladılar biliyorsunuz. Bir de ellerini, o güzel ellerini…
Bu hafta korkunç bir haftaydı. Ben çoğunu uyuyarak geçirdim. Mutsuz uzun uykular. Kâbuslardan uyanıp başka kâbuslara daldım. Uyanık olduğum zamanlarda da hayaletlerle uğraşıp durdum. Özgecan’la birlikte katledilmiş bütün kadınların suretleri geri döndü. Baktığım her yerde, Güldünya’nın, Ayşe’nin, Mehtap’ın yüzlerini görür oldum. Bana bir şey söyleyecek gibi duruyorlardı. 
 
Halbuki hayaletlerle konuşarak vakit kaybetmemem gerekiyordu. Oturup yazı falan yazmam gerekiyordu. Bir keresinde neredeyse bir sayfa kadar yazdım. Ama sonra hepsini sildim. Geçmişten bir şeyler çıkıp gelmişti. Ve geçmişten gelen şeyler her zaman iyi olmuyordu. Ben de oturup hepsini sildim. Keşke her şeyi böyle silebilsek diye düşündüm sonra. 
Sizi bilmiyorum ama erkeklerle de uzun uzun konuşamadım ben bu hafta. Kötü bir niyetim olduğundan değil. Dayanamadığım için. Onlar da dinlemeye çok niyetli değillerdi zaten. Daha çok kendi kendilerine konuştular. Ders verdiler, akıl verdiler, tahlil yaptılar. Eğitimli olanlar, onları yabancılaştıracak şekilde davranmamamız gerektiğini hatırlattı. Diğerleri, bazı ihtiyaçları olduğunu ama bunları “iyi aile kızları” üzerinden tatmin etmemeleri gerektiğini söyledi. Bazıları da “Sizin yanınızda durmak istiyoruz ama izin vermiyorsunuz,” diye darılıp gittiler. Ben bunlara dayanamadım. Bu hafta dayanamadım. 
 
Nasıl barışacağım diye düşündüm. Ben bu dünya ile nasıl barışacağım? Zalimlerin cinsiyeti olmazmış. Öyle diyorlardı. Her şeyi ama her şeyi biliyorlardı. Bense emin değildim artık. Hiçbir şeyden emin değildim. 
Bunları düşüne düşüne uyuduğum gecelerden birinde garip bir rüya gördüm. Rüyamda hangar gibi bir yerde dikilmiş duruyorum. Karanlık kötü bir yer burası. Bayağı pis kokuyor üstelik. Bir bankonun önünde sıraya girmiş bekliyorum. Eğer sicilim temizse beni içeri alacaklar. Nereye? Emin değilim. Ama oraya gitmek istiyorum. Göçmen gibi bir şeyim galiba. Elimde küçük bir çıkınım var. Bakıyorum herkesin elinde bir tane var onlardan. Pek bir şey götürmemize izin yok anlaşılan. Ama bunu dert etmiyorum. Mutluyum. Sonunda göçüyorum, diyorum kendi kendime. 
Böyle beklerken sonunda sıra bana geliyor. Tam bankoya yaklaşacakken önüme bir adam dikiliyor. Eliyle beni göstererek “O giremez,” diyor. Ben yaşlarda bana benzeyen bir adam bu. Saçı gözü kara. Ben kara değilim halbuki. Ama yine de bana benziyor. Ya da ben öyle düşünüyorum. Meğer adam Ermeni imiş. Onun da elinde bir çıkını var. Çıkından pabuçlarına kan damlıyor. Adamın pabuçları kan içinde. Bunu neden daha önce fark etmedim? Korku içindeyim. “Ben yapmadım,” diyorum görevlilere. “Benim hiç suçum yok.” Bunun başıma geldiğine inanamıyorum. Gerçekten suçsuzum ben. Bunun üzerine, adam çıkınını alıp çekiliyor. Görevliler bana inandı. Yolu açıyorlar. O güzel ülkeye gidebilirim. O adamı bir daha hiç düşünmeyebilirim.
Ama ayaklarım beni götürmüyor. Olduğum yerde dönüyorum. Adamı arkada bir yerde kalabalığın içinde görüyorum. Ailesi ile bir köşeye oturmuş. O da benim gibi sırasını bekliyor. Yürüyüp yanına gidiyorum. Bir süre ne yapacağımı bilemeden öylece duruyorum. Sonra birden önünde diz çöküyorum. Yere öyle hızlı iniyorum ki, dizlerim sızlıyor. Bir şey söylüyor muyum emin değilim. Ama galiba konuşmaya gerek yok. O beni anladı. Biz yaptık. Hepsini biz yaptık. Ben de diğerleri kadar suçluyum. Kendi payımı kabul ediyorum. Adam oturduğu yerden kalkıyor. Beni çekip yanına oturtuyor. Birisi çıkınından ekmek çıkarıyor. Aynı sofraya oturup yiyoruz. Ben ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorum. Gözyaşlarım elimdeki ekmeğe akıyor. O güzel ülkeye girmişim artık. Biliyorum. 
 
O kadar kâbusun içinde bir de bu rüya. Bir süre ne düşüneceğimi bilemedim. Sonunda anladım ki bu Özgecan ile ilgilidir. Bu rüyanın kadın cinayetleriyle ne alakası var diyeceksiniz? Bir büyük haksızlığın başka bir adaletsizliğin yarasını kaşıması şaşırtıcı mı geldi size? Bana hiç öyle gelmiyor. Sonuçta bütün adaletsizlikler aynı yerden besleniyor. Sadece cinsiyetçilik ile ırkçılık arasındaki ilişkiye bakmak bile bunu anlamak için yeter. 
Ama bu rüya bence daha önemli bir şey söylüyor: Mağdurların tarafında olduğunuz zaman bir haksızlığa dair fikir yürütmek kolaydır. Ama ya herhangi bir nedenle zalimlerin tarafında kaldıysanız? Dahil olduğunuz sınıf, etnik köken ya da cinsiyet sizi ayrıcalıklıların arasına yerleştirdiyse? O zaman ne olacak? İşte o zaman, önce karşı tarafın acılarını tanımanız gerekir. İleri geri konuşup onlara fikir veremez, yol gösteremezsiniz. Çünkü onların acısında sizin de payınız vardır. Önce durup bunu kabul etmeniz gerekir. 
 
Hafta boyunca erkekler değişik platformlarda şunu sordular: “Sadece biyolojik olarak dahil olduğumuz bir cinsin zalimliğinden sorumlu tutulabilir miyiz?” Onlara göre bu çok büyük bir adaletsizlikti. Onlar bir şey yapmamıştı. Bunların hepsi bir iki münferit olaydı. Saldırganlar belli ki cinsel sorunları olan sapık adamlardı. Hepsi en ağır cezalara mahkûm edilmeli, hatta asılmalıydı. Kendileri ise, iyi erkeklerdiler. Böyle taraklarda bezleri yoktu. Onun için, bu tür eleştirilerden muaf olmalıydılar. Kimileri daha karmaşık bir tonda ilerlese de, tartışmaların özü üç aşağı beş yukarı buydu. 
Mesele şu ki, kimse kendi cinsine, sınıfına ya da etnik kökenine sadece fiziksel olarak dahil olmaz. Herkes kendi toplumsal kimliğinin avantajlarından yararlanır, onun sağladığı kolaylıkları kullanır. Erkekler de erkek olmanın nimetlerinden faydalanırlar. Daha da önemlisi kadın olmanın getirdiği tehlikelerden ve sınırlamalardan uzak yaşarlar. Kadınlarla aynı koşullarda bulunsalar bile, onlardan çok daha hızlı serpilir ve gelişirler. Erkekler ait oldukları cinsin davranışlarından sorumlu tutulamazlar elbette. Ama kendi cinslerinin sebep olduğu adaletsizliği sorgulamadıkları sürece onu büyütmüş ve beslemiş olurlar. Bu durumu kabul etmedikleri sürece de suçludurlar. Çünkü görmezden geldikleri adaletsizlik sonunda bu katilleri yaratır. 
 
Yukarıdaki soruyu soran arkadaşlara buradan selamlarımı yolluyorum. Ayrılmadan önce onlara sevgili Rakel Dink’in sözünü hatırlatmak istiyorum: “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim!”