Geçen hafta bir arkadaşımın körlerle yapmış olduğu fotoğraf çalışmasının sunumunu izlemek üzere Marmara Üniversitesi'ne davet edildim.

Geçen hafta bir arkadaşımın körlerle yapmış olduğu fotoğraf çalışmasının sunumunu izlemek üzere Marmara Üniversitesi'ne davet edildim. Aslında bu çalışmadan haberim vardı, ancak izleme fırsatı bulamamıştım. Benim için önemli bir deneyim oldu. Körler fotoğraf çekebilir mi önyargısını ortadan kaldırmak için hemen birkaç örnek vereyim; Beethoven 9. senfoniyi sağırken besteledi, yakın dönemin önemli sağır müzisyenlerinden Evelyn Glennie bir perküsyonist. Sahneye çıplak ayakla çıkma sebebi titreşimleri çıplak ayaklarıyla daha iyi alması, ritmi yakalaması ve müziğini yapması. Sanatçının 1989’da en iyi oda müziği dalında Grammy’si var. Sağır besteci, müzisyenler gibi kör fotoğrafçılar da var, işte birkaçı; Evgen Bavcar, Flo Fox, Paco Grande, Toun İshii, Gerardo Nigenda, Daniela Hornickova.
Aynı zamanda bir sosyolog olan arkadaşım sunumuna ‘Görsel Sosyoloji’yi kısaca tanımlayarak başladı. Sosyal bilimler içerisinde teknik yoldan yeniden üretilen –ham maddesi görüntü olan- çalışmalarla olduğunu, antropologlar, sosyologlar, sinema kuramcıları vb. gibi insanların yararlandığını, kültürü oluşturabilecek öğelerden görsel malzemelere girebilecek her şeyi kapsadığını vb. gibi bilgilendirmelerle giriş yaptı. Maruz kaldığımız görüntülerin dilini deşifre etme çalışması olarak da okunabilir. Fotoğraflardan konserve kutuların üzerindeki resimlere kadar her türlü görüntüyü kapsıyor. Örneğin reklam görüntülerinin bir kadın imajı yaratmasını çözümlemeye çalışıyor.
Bu ön girişten sonra körlerle görsel bir çalışma yapabilmek için nasıl bir iletişim sistemi kurulur sorusu önemliydi. ‘Görüntüler dünyası’, ‘çağın gerekliliği görüntüler’, ‘görüntülerle kitle manipülâsyonu’ gibi sıklıkla kullanılan ifadeler körleri dışlıyor mu, yoksa başka bir iletişim alanı var mı? Nasıl bazı kavramlar konusunda ortaklaşabiliriz? Bu sorulara yanıt çalışmanın başlangıcında aranmış ve ilk önce “yeterlilik” ön yargılarını aşmak gerektiği dile getirilmiş. Seminere katılan arkadaşlardan biri, “Hiç bilmediğim bir dille kendimi ifade etmeye çalıştım,” diyor. Ses ve görüntü kaydı tutulan seminerlerde anlatılan imgelerin anlaşılması mantığından uzaklaşmışlar. Bir diğeri, “Büyük beklentilerle değil sırf merak ettiğim için gitmiştim,” dedi ve görsel diskurun nasıl oluştuğunu ve görenlerin bunu nasıl yaşamlarına soktuğunu sorusuna yanıt bulmayı umduğunu söyledi.
Daha önce yapılan başka bir grubun pratik çalışmasında körlere çekim yaptırılırken kameranın göze tutturularak yapıldığını öğrendim. Sunumu izleyen herkes doğal olarak yadırgadı. Bu çalışmada ise çekim için alana çıkıldığında pinhole kameranın (iğne deliği kamera) bel hizasında tutularak çekimlerin yapıldığı anlatıldı. İlk deneyimlerinde ise zifiri karanlıkta ışıkla boyama yaptırılmış. Bu tekniği bilmeyenler için kısaca bahsedeyim; fotoğrafı çekilen nesne ya da kişi üzerine uzun pozlama sırasında el feneri gibi bir ışık aracıyla şekiller çizilir ya da renklendirmeler yapılır. Bu uygulamadan kasıt çekimi yapılan objeyi algılama, hissetme üzerine düşünülmüş. Yine kör arkadaşlardan biri körlerin dokunarak ve duyarak algıladığını söyledi ve “Işıkla boyama bana bir kili şekillendirerek heykeli ortaya çıkarmak gibi gelmişti,” dedi.
Dış mekânda yapılan çekimler için betimlemeye ihtiyaç duymuşlar. Bunu, “Etraftan bilgi topluyorsunuz ki zihninizde bir algı oluşsun, eğer bu desteği almasaydık algılamak daha uzun sürerdi,” dediler. Sonuçta çıkan fotoğraflar üzerine konuşmaya geçildiğinde sunumu izleyenlerden biri, “Gözün bazen daha sınırlayıcı olabildiğinden bahsetti.”
Bir başka yorum kör arkadaştan geldi; “Fotoğrafın kötü olması sırf kör olduğu için kötü olduğu algısı görenlerde oluyor ve bu engelsizlerin iktidarı oluyor,” dedi. Kör olmanın görüntünün iktidar alanı ile ilgili fikir sahibi olmadıkları anlamına gelmediğini söyleyerek bilgilerini paylaştı.
O gün gördüğüm durum şuydu; Dilin iktidar alanı yarattığını bilmemize rağmen gündelik yaşamımızda kullandığımız terminolojiye hiç dikkat etmiyoruz. Sunum bitip izleyenlerle sohbete döndüğünde buna çokça karşılaştık. Örneğin “görenlerin dünyası,” kullanıldı, yanıt “aynı dünyada yaşıyoruz körlerin dünyası farklı mı?” oldu. İzleyenlerden biri kör kelimesini kullandıktan sonra “Affedersiniz, nasıl ifade edeceğimi bilemedim,” deyince kör arkadaşlardan biri, “Tam da dediğin gibi,” dedi. Gülüştük.
İlginç anekdotlar da oldu. “Görseydim diz kıranların fotoğrafını çekmek isterdim,” diyen arkadaşa diz kıranların ne olduğu soruldu. Park yapılmasını engellemek için kaldırımlara dikilen direklere bu adı verdiklerini öğrendik.
Sonra toplantı sohbetlere dönüştü. Körlerin rüya görüp görmediği soruldu. Bu sorunun dünyada körlere en çok sorulan soru olduğunu söylendi ve yanıt çarpıcıydı; “Rüya görülmez, tecrübe edilir.”