Rüyaların ve sanrıların arasında kendini kaybeden bir adamın aşkını anlatıyor Vertigo. Sonu boşluğa açılan bir yokuşta ilerleyen bir aşkın romanı

Rüyalar ve önseziler

SERKAN MURAT KIRIKÇI

Siz sabit dururken dünya etrafınızda mı dönüyor? Başınızı hızlı bir şekilde çevirdiğinizde, ani bir baş dönmesi mi yaşıyorsunuz? Tüm bu belirtilerin sebebi ‘Vertigo’ hastalığı olabilir” der basit bir Google araması yaptığınızda. Çağın hastalığı olarak geçer ve şöyle açıklar: “Vertigo, ‘dönmek’ anlamına gelen Latince bir kelimedir. Vertigo, hastanın kendisinin ya da çevrenin hareket illüzyonudur. Baş dönmesi ile aynı anlamda olan Vertigo, bir hastalık değil, bir semptomdur.” Orta karar bir sinemasevere Vertigo dediğinizdeyse tüm bunlar güme gider, cevap bellidir: Alfred Hitchcock! Üstadın 1958 yapımı başyapıtının, bir roman uyarlaması olduğunu çoğu kişi bilmez. Hatta o ikilinin romanlarıyla ne kadar üretken olduğunu ve bir dönem türün lokomotifi olduğunu da.

Pierre Boileiau ile Thomas Narcejac’ın ortaklaşa yazdığı romanlar ne yazık ki dilimizde hayli kısır halde. 1948 yılında tanışıp ‘farklı bir şeyler yazmak’ için güçlerini birleştiren ikili, halihazırda başarıyla dolu kariyerlerini, güçlerini birleştirdikten sonra daha da yukarı taşımış. Hayli uzun ve verimli bu güç birliği, polisiye türünü derinden etkilemiş. Özellikle de psikolojiyi romanların kalbine yerleştirmeleriyle büyük ilgi çekmişler. Henri-Georges Clouzot’un, ustanın 1955’de uyarladığı ‘Les diaboliques’ ile sinemanın da beslenme kaynağı olmuşlar. Elbette James Stewart ve Kim Novak’lı ‘Vertigo’ bambaşka yerde… Sadece bir uyarlama olmanın ötesinde, tüm zamanların da en iyi filmlerinden biri. Gizemli kadını takip, büyülenme, intihar derken, soluksuz bir polisiye ve gerçekten aşk bu dedirten bir saplantı hali… Müthiş temposuyla soluk soluğa işleyen polisiyenin ortasındaki o saplantılı aşk hali, Pierre Boileiau ile Thomas Narcejac’ın ustalığı işte, diyerek özetlemek mümkün üretken ikiliyi… ‘Vertigo’ nihayet Ece Yücel’in çevirisiyle Alakarga Kitap’tan raflarda yerini aldı. İkilinin uzun aradan sonra dilimize çevrilen ikinci kitabı. Daha doğrusu, raflarda bulabileceğiniz ikinci kitabı. İlk kitap ‘Dişi Kurtlar’ da aynı ikiliden geçen yıl gelmişti.

Vertigo, alt başlığıyla ‘Ölüler Arasında’, polislikten ayrılıp avukatlığa geçiş yapmış Flavières’in, eski dostunun çağrısına uyarak gittiği bir görüşmenin tam ortasından başlıyor. Hızlıca bir girişle eski dost Gevigne, “Ne yapacağımı bilemez haldeyim” diyor kahramanımıza. Her türlü tetkikten geçmesine rağmen bir sorunu bulunamayan ama tuhaf görünen karısını takip etmesini istiyor. Flavières’in teklifi kabul etmesiyle okur da kendini koca bir dehlizin içinde buluyor. Bir yandan dönemin savaş atmosferi bir yandan da kahramanın iç dünyasına doğru açılan bir kapı. Sayfalar ilerledikçe gizem büyürken kahramanın iç dünyası o kadar derinleşiyor ki okurun etkilenmemesi, özdeşleşmemesi neredeyse imkânsız… İki bölümden oluşan romanın ilk bölümü takip macerası ile soluk soluğa okunan bir polisiye. İkinci bölümse saplantılı bir aşkı derinlemesine işliyor. Gizemli olayı çözmeye çalışan avukatın, beklenmedik anda kendisini unutmak istediği olayın içinde bulmasıyla başlayan olaylar zinciri hem olabildiğince yalın hem de olabildiğince derin. Dantel gibi örülmüş ustaca diyaloglarla okur için kuyu kazıyor adeta ikili. Flavières ile birlikte itiraz ediyor, onunla birlikte sinirleniyor, onunla birlikte isyan ediyor.

Rüyaların ve sanrıların arasında kendini kaybeden bir adamın aşkını anlatıyor Vertigo. Sonu boşluğa açılan bir yokuşta ilerleyen bir aşkın romanı. Takipler, fısıldamalar, kokular, tutku ve intihar arasında şekillenen bir arzunun romanı. Bekleyişin. Buğudan, ölülerin gölgelerinden beslenerek yoğunluk kazanan hülyalı bir özlemin romanı… Tüm kabullenişlere rağmen derinlerde hâlâ onu aramanın romanı… Sarsıcı, derin ve iz bırakan. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen halen etkisini koruyan soluk soluğa okunan büyülü bir başyapıt ‘Vertigo.’ Büyüsünü de kendi özetliyor: “Büyülü bir duvar halısına benzeyen bir aşk bu: Karşıdan bakınca olağanüstü bir efsaneyi anlatıyor... ters çevirince… bilmiyorum… bilmek istemiyorum…”