Rüyaların tasarımcısı

Ajanslarda bir haber; Silvio Gazzaniga hayatını kaybetmiş. Birçoklarının o kim dediğini tahmin ediyorum. Belki 95 yaşında vefat eden İtalyan sanatçıyı bilmiyorsunuz ancak onun imza ettiği eserlerini o kadar yakından tanıyorsunuz ki...

Çocukken Dünya Kupası’nı kaldırmayı hiç düşlemiş miydiniz? Sizi bilmem de geçenlerde 56. yaşını kutlayan Maradona bacak kadarken verdiği bir röportajında bunu söylemişti. Yalan yok, ben de bir gün meftunu olduğum oyunun en anlamlı ödülünü aldığımı hayal etmiştim. Merak buyurmayın, bu rüyalar çabuk bitti zira o kadar kötü futbol oynuyordum ki mahallede kaleci bile yapmamışlar, kariyerime hakemlikten başlamıştım.

Peki onu geçtim, Galatasaraylıların gözlerinin yaşardığı, ülkece görmediğimiz zaferlerle taçlandığımız 2000 yılını kim unutabilir? Sarı-kırmızılılar efsanevi bir karşılaşmadan sonra Kopenhag’da UEFA Kupası’nı aldığında, milyonlar sokaklara dökülmüştü. Yoksa o törende ellerde yükselen 15 kiloluk gümüş kupayı unuttunuz mu? Peki 100 gün sonra kazanılan Süper Kupa’yı...

İşte tüm bu kupalara imzasını atan heykeltıraştı Gazzaniga. Milano’daki Bertoni şirketinde çalışırken milyonlarca insanın rüyalarını süsleyen adeta sanat eserlerine imzasını atmıştı. Sadece futbol için değil, voleybol ve beyzbol için de tasarlamıştı. Şampiyonlar Ligi’ni soranlarınız olabilir, o Jörg Stadelmann’ın tasarımı.

Ölümsüz eseri ilk 1974’te Franz Beckenbauer’in elinde göğe yükselmişti. Onun imzasını attığı Dünya Kupası’ndan daha öncesi de vardı.

Her ne kadar resmen 1946’da FIFA’nın unutulmaz başkanının adı verilse de, 1930-1970 yılları arasında ellerde yükselen zarif heykelciği tanımlar Jules Rimet Kupası. Fransız heykeltıraş Abel Lafleur’ün eseri olan zafer tanrıçası Nike, dünya futbolunun muzafferlerinin taçlandırılmasına yaramıştı. Üç defa kazanan ülke, ilaheye sonsuza kadar sahip olacaktı. İşte o öykü içimizi buracaktı.

Mussolini’nin de çabalarıyla kazanılan 1934 İtalya Dünya Kupası’ndan bir sonraki şampiyonada da gülen spagetti diyarının FIFA’dan sorumlu yetkilisi Ottorino Barassi, İkinci Dünya Savaşı’nda ülkesinin düşmesinden çok heykelciği kaptırmamanın derdindeydi. Müttefik devletler kapıya dayandığında, bir ayakkabı kutusuna konan ilaheyi belki de ilahlar korumuştu.

1966’da futbolun beşiği İngiltere’deydi organizasyon. Her şey harikaydı da, şampiyonanın başlamasına üç kala ayaklanmıştı kupa. Bir pazar akşamı telefon etmek için evinin karşısındaki kulübeye yönelen David Corbett’in köpeği Pickles, bir arabanın yanında gazeteye sarılı buldu kupayı. İngiliz polisinin başarısız fidye organizasyonu bir köpeciği kahramanlaştırmıştı aslında. Her ne kadar emniyet kuvvetleri uzun süre Corbett’i sorguya alsa da, talihli sahip sonradan salıverilmişti.

“Turşucuk” birinci sayfaları uzun süre süsledi, yılın köpeği seçildi. Bir yıllık bedava mamaysa cabasıydı. Çeşitli ülkelerden davetler bile alan Pickles, muzaffer İngiltere’nin kaptanı Bobby Moore ve şürekâsının kutlama partisinde bile boy göstermişti. Kedi peşinde ağaca takılıp boğularak can verene kadar pek meşhur olan bu köpek olmasa, kim bilir belki de şampiyonada kupa değil, Kraliçe’nin tacı verilecekti.

1970’te Meksika’da gülen Brezilya, üçüncü Dünya Kupası’nı kazandıktan sonra heykelciğin sahibi olmuştu. 1983’te edebî istirahatgâhından çalınan Jules Rimet Kupası eritilmişti. Merak etmeyin, ilahenin yerinde bugün yeller esmiyor, Lafleur’ün heykelinin replikası arz-ı endam eyliyor.

1974’ten bu yana verilen Dünya Kupası’na gelince... Yedi ülkeden 53 sanatçı teklif veriyor, Gazzaniga’nun projesi hayat buluyordu. Fakat FIFA bu sefer pinti davranıyor; üç kere zafere ulaşana kupanın daimi olarak verilmesinden vazgeçiyordu.

Kim bilir belki de rüyaların tasarımcısıydı İtalyan heykeltıraş. Şanslı azınlık için gerçek oldu kupaları; milyonlar için hâlâ hayal...