Dış politikamızın geldiği nokta bu… Paldır küldür daldığımız zor bölgesel denklemde, her birine mecbur olduğumuz güçlere dönüp; sizden silah alırız diyoruz.

Suriye üzerinden Ortadoğu’yu şekillendirmeye dönük küresel bir çatışma yaşanırken, ABD ve Rusya ile ilişkilerimizi silah alımı üzerinden düzenlemeye çalışıyoruz.

Bunu da ekonomimiz son on yılların en ciddi sorunlarıyla boğuşurken yapıyoruz. TÜİK dün Haziran ayı işsizlik rakamlarını açıkladı. Gerçek rakamlara ulaşmak için TÜİK rakamlarının üzerine biraz koymanız gerek ama resmi rakamlar da durumun vahametini göstermeye yetiyor.

Geçen yılın aynı dönemine göre, 1 milyon kadar daha fazla işsizimiz var ve resmi işsiz sayımız 4 milyon 253 bine ulaştı. Genç işsizlik oranı 5.4 puanlık artışla yüzde 24.8 oldu. En iyimser rakama göre, her 4 gençten biri işsiz ve geleceğe umutla bakamıyor. Ekonomi istihdam yaratamıyor!

Bu aslında Türkiye’ye özgü bir durum da değil. Bütün büyük krizlerini savaşla aşmış olan kapitalizm, küresel bir kriz yaşıyor. Her yerde istihdam daralması, her yerde artan işsizlik, her yerde yaşanan çatışmaların yerinden ettiği insanlar ve onların gittikleri yerlerde yol açtığı toplumsal gerilimlerle beslenen çatışma potansiyelleri...

Bütün bunların üzerine, Cumartesi günü, bir başka vekâlet savaşının sürdüğü Yemen’den, çok daha yaygın bir çatışmanın işareti olabilecek bir saldırı haberi geldi. Dünyanın en büyük petrol işleme tesisi, Suudi Arabistan’ın Aramco petrol tesisleri, Husilerin bomba yüklü dronelarıyla vuruldu. ABD’nin doğrudan İran’ı sorumlu tuttuğu bu saldırı küresel petrol arzına indirilmiş büyük bir darbe.

Husilerin askeri sözcüsü Yahya Saree, eylemi üstlendi ve “Suudi rejiminin Yemen’e yönelik saldırganlığı ve kuşatması sürdükçe operasyonlarımız yaygınlaşacak ve çok daha acı verici olacak” dedi.

Saree’nin üstlendiği eylemin sonucu; Suudi petrol üretiminin neredeyse yarısının ve küresel petrol üretiminin yüzde 5’inin durması oldu.

Kriz içinde kıvranan dünyada daha fazla çatışmayı çağıran bir gelişme bu.

Kapitalizm bugüne kadar bütün büyük krizlerini savaşla aşmaya çalıştı. I. ve II. Dünya Savaşlarının ardından yaşanan yıkım, silah sanayinin diğer endüstrilerinin önünü açmasıyla onarılırken, küresel sistem de kendini yenileyebilmişti.

Bugün güya bir dünya savaşı yok! Ancak, silah sanayindeki gelişmelere bakıldığında, bölgesel vekâlet savaşlarının körüklenmesiyle gittikçe ivmelenen bir şekilde, epeydir bir dünya savaşı varmış gibi yaşandığını ve krizin böyle aşılmaya çalışıldığını görüyoruz.

Türkiye, savunma sanayiinde yaptığı atılımla ve artık gereksindiği silahların çok daha fazlasını kendisinin üretmesiyle övünüyor. Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü’nün Mart ayında yayımladığı rapora göre de; Türkiye’nin silah ihracatı, 2009 yılından bu yana yüzde 170 arttı. Hâlihazırda 2 milyar dolar olan savunma sanayi ihracatının 2023’te 25 milyar dolara çıkarılması hedefleniyor.

Evdeki hesap çarşıya ne kadar uyar, 2023 hedefi ne kadar gerçekleşir bilemiyoruz ama her yıl silaha daha fazla para harcadığımızı biliyoruz. 2017’de 17.8 milyar dolar olan savunma harcamalarımız 2018’de 22 milyar doları aştı.

Dünya ekonomisi ne zamandır küresel bir “savaş varmış gibi” işliyor ve emperyalist güçler sürekli küresel silah satışını körükleyecek bölgesel istikrarsızlık hamleleri yapıyor.

Soğuk Savaş dönemi ardından vesayet savaşlarıyla oluşan yeni dehşet dengesinde, Türkiye’nin yaptığı da; “S-400’de alırız, Patriot da; SU-57 de alırız, F-35 de” diyerek durumu idare etmeye çalışmaktan başka bir şey değil.