Irak ve Suriye’de İslamcı terörün en şiddetli olduğu günlerde Ortadoğu uzmanı eski diplomat dostum Hua, uzmanlığını konuşturmuş ve savaşın gidişatının nasıl değişeceğini ve bölgede neler yaşanacağını ta o zaman görmüştü. Özellikle “İslamcı teröristlerin oradan çıkışları olmayacak” öngörüsü o günler için falcılık sayılmalı. O günlerde, Suriye’ye gitmek için Şincan-Uygur bölgesinden kaçan İslamcı teröristlerden bazıları çevre ülkelerde […]

S-400’ün vurduğu dış politika

Irak ve Suriye’de İslamcı terörün en şiddetli olduğu günlerde Ortadoğu uzmanı eski diplomat dostum Hua, uzmanlığını konuşturmuş ve savaşın gidişatının nasıl değişeceğini ve bölgede neler yaşanacağını ta o zaman görmüştü.

Özellikle “İslamcı teröristlerin oradan çıkışları olmayacak” öngörüsü o günler için falcılık sayılmalı. O günlerde, Suriye’ye gitmek için Şincan-Uygur bölgesinden kaçan İslamcı teröristlerden bazıları çevre ülkelerde gruplar halinde yakalanıyordu ve Çin, bu teröristleri o ülkelerden geri almaya çalışıyordu. Yine o günlerde, Pekin’de katıldığım “küresel cihatçı terör” içerikli bir toplantıda konuşan bir dışişleri yetkilisine Hua’nın tespitini satmayı denedim ve “Irak-Suriye’ye giden teröristlerin oradan çıkışı olmayacak. Orada bir şekilde yok edilecekler. Çin’den kaçıp komşu ülkelerde yakalanan teröristleri neden geri almaya çalışıyorsunuz? Bırakın gitsinler, ülke arınır” dedim. Dışişleri görevlisi önce nereli olduğumu sordu ve ardından “Çin, komşularına veya diğer ülkelere terör ya da terörist ihraç eden bir ülke değildir” dedi. O yetkilinin benim üzerimden ilgilisine ilettiği mesajı, verdiği ayarı salondaki herkesin anladığına eminim.

Taşeron hezeyanlar…

Bu toplantıdan bir zaman sonra Irak ve Suriye’de hepimizin hatırladığı süreç yaşandı. Hua’nın bana o zaman söyledikleri neredeyse birebir gerçekleşti. Özetle: Sahipleri İslamcıların uygarlık için tehlikeli ilkeller olduğunu ve uygar dünyada yerleri olmadığını anladı ve teröristleri sattı. Projenin esas oğlanı İslamcı rejimleri yıkıma terk etti. Projenin destekçileri (Türkiye ve Katar hariç) çok akıllıca bir manevrayla teröristlere desteği kestiler ve ellerini yıkayıp temize çıktılar. Böylece, yakın gelecekte uluslararası kurum ve mahkemelerde kesilmesi muhtemel faturadan hem kişi hem de ülke olarak adlarını sildirdiler. Komşudaki yangına elinde benzin bidonuyla koşan ABD’nin BOP taşeronu, kesilecek faturanın tek adresi olarak kendi ham hayalleri, fantezileriyle baş başa kaldı. Gerçeklik algılarındaki ağır patoloji, gerçekliği kendi fantastik dünyalarına göre eğip bükebileceklerine dair inançları yüzünden (emperyal) fantezilerinin gerçeğin duvarında çarptığını anlayamadılar ya da ağır kibirleri yüzünden gerçeği kabullenemediler. Bu defa dünyada nerede Müslüman topluluk varsa orada İslamcılık yayarak nüfuz oluşturma hayalinin peşine düştüler. Başkalarının uzun yıllara dayalı ilişkilerle -para saçarak- oluşturduğu nüfuz alanlarına sızmayı denediler ve onlarla nüfuz rekabetine soyundular. Daha da kötüsü, o toplulukları adeta kendi tabanları gibi görme saçmalığına bulaştılar. Ülkelerin potansiyel tehdit veya terörist olarak gördüğü bazı İslamcı kişi ve İslami gruplarla (doğrudan veya dolaylı) ideolojik kardeşlik ilişkisi kurdular, desteklediler ve işbirliği yaptılar. Bu efendilik taslayan had bilmezlikleri onları adeta bir nefret objesine dönüştürürken ilişki kurdukları-işbirliği yaptıkları kişiler için de çok acı sonuçları oldu.

Komşuya yönelik tehditler

Peki, bunların S-400’ler ile ne ilişkisi var? Şu ilişkisi var: Hua’ya göre, “S-400’lerle ilgili sorunu kamuoyuna yansıyan ABD’nin ‘Türkiye’nin yaptığı kulüp içi (NATO, Batı dünyası) oyunbozanlık’ itirazlarına bakarak değerlendirmenin fazla anlamı yok. Bu itirazlar sorunun sadece görünen kısmı, haklı zeminde olmak için uydurulmuş gerekçeler. Sorunu (1) ABD’nin bölgede hegemonya kaybı korkusu, (2) Rusya’nın bu sistemleri kullanarak yapabileceklerine ilişkin ciddi/kapsamlı kuşkulara ek olarak (3) şekillenmekte olan yeni Ortadoğu’daki ittifak bileşenlerinin perde arkasında ABD’ye yaptığı baskı olarak anlamak gerekiyor. Özellikle son faktörü anlamadan söylenecek her söz eksik olur. Neredeyse bütün Ortadoğu (İsrail dahil) ve hatta bazı Avrupa ülkelerinin bile karşı çıkmasının arka planını Türkiye’yi yönetenlerin anlayabildiği kanaatinde değilim. Bu ülkeleri bir araya getiren şey Türkiye hakkındaki derin kuşku ve güvensizlik. Şöyle ki; bu ülkeler Türkiye’nin S-400’leri savunma amaçlı almadığına inanıyor. Aksine, bölgeye dönük emperyal niyetler taşıdığına, bu niyetleri daha güçlü (tehditkâr) biçimde sürdürebilmek ve bu arada da kendini sağlama almak amacıyla edinmek istediğini düşünüyorlar. Bu tezlerini veya kuşkularını Türkiye’nin sürekli artırmaya ve genişletmeye çalıştığı Suriye’deki askeri varlığına dayandırıyorlar. Bu askeri varlığın barışçıl amaçlar taşımadığı gibi, tam aksine, bunun bir işgal olduğuna ve uygun istikrarsızlık koşullarını yaratıp Suriye’nin bir parçasını yutma niyeti taşıdığına inanıyorlar. Askeri varlık konusunda Türkiye’nin sunduğu gerekçelere ise hiç kimse inanmıyor. Çünkü artık savaşı kazanmış, ülkenin güvenliğini saylayabilecek ve komşularına dönük olası tehditleri etkisiz kılabilecek kadar güçlü ve iyi donanımlı bir Suriye ordusu var.

Hatalarla dolu 10 yıl

Bu koşullar altında Türkiye’nin karşı çıkanları ikna edebilmesi ve kuşkuları giderebilmesi çok zor, neredeyse imkânsız. Türkiye son 10 yılda dış politikada çok fazla hata yaptı. En kötüsü, artık bu hataları düzeltebilecek kapasiteye sahip olduğu da kuşkulu.

Türkiye’nin yapacağı en akıllıca davranış Suriye’den bir an önce çıkmak ve böylece zayıf düşmüş bir egemen ülkeye tasallut eden bir yağmacı-işgalci algısından kurtulmaktır. Bunu kendi yaparsa, yakın gelecekte önüne bir bedel olarak konmasından sakınmış ve ‘askeri olarak zayıf düşürme’ stratejisinin uygulanmaya konmasını önlemiş olur.”