Her mesleğin bir hastalığı varsa edebiyatçıların hastalığı da sıkılganlıktır derler. Sadece onlar için değil birçok kişi için kendini okumaya, yazmaya vermek öyle kolay olmuyor bazen. Ön bir hazırlık gerekiyor bazen. Yazı yazarken zorlanmayanlar da vardır elbette ama ben yazılarını ya da kitaplarını kolay yazdığını söyleyenlere rastlamadım pek. Çoğunlukla, özellikle yazmaya başlarken, sıkıntı çektiğini söyleyen birçok yazar var. Gustave Flaubert muhteşem romanı Madame Bovary’yi yazarken bazen bir haftada sadece iki sayfa yazdığını belirterek yakınır örneğin; “cesaretim bazen öyle kırılıyor ki kendimi pencereden atabilirim” der. Gertrude Sten de günde yarım saatten fazla yazmayı beceremediğini söylerdi.

Genel olarak bir sıkılganlık sorunu yaşayanlar için durum daha da vahim tabii. Montesquieu, “sıkılganlık başımın en büyük belası olmuştur” dermiş. Ama Dugas’ın bu konuda söyledikleri farklıdır. Ama kimileri Montesquieu’nun “başının belası”olan sıkılganlığının onun yaratıcılığına olumlu etkisi olduğunu iddia eder: “...sıkılganlık Montesquie’nun dehasına sekte vurmak şöyle dursun, özellikle ona yön vermiş, bazı şekiller ve temayüller kabul ettirmiştir. Bu sıkılganlık üslubunda bile görülür...Montesquieu’nun üslubu, kendisini ifşa etmeyen, eserin arkasına gizlenen veyahut ima, alay ve umumi nazariyeler gibi üç perdenin arkasından duygularından yalnız hoşuna gidenleri gösteren bir sıkılganlık üslubudur.”

Dünya edebiyatının bu büyük sıkılganının en sevdiği kitaplardan birinin Bin bir Gece Masalları olduğunu söylerler. Sıkıntıyı dağıtacak en iyi masallardan olduğunu söylemeye gerek yok elbette. Sıkılganlık, sadece edebiyatçıların değil, bilim adamlarının da “hastalığıdır” aslında. Büyük matematikçi Turgot’nun en belirgin özelliklerinden biriydi sıkılganlık.

Peki sıkılganlığı ya da bir konuya kendini tamamen verebilmeyi önleyen sorunları nasıl aşıp da üretken oldu bunca kişi?

En azından Julien Benda’nın, yazacağı zaman ne yaptığını biliyoruz. Perdelerini kapayarak yatağına uzanır, geceymiş gibi davranırdı. Andre Maurois ise bir mahkum gibi kendisini zorlayarak her gün sekiz buçuktan saat bire kadar yazı masasının başından ayrılmazdı. Somerset Maugham da gündüz saat birden sonra asla yazı yazmazdı. Yazmaya başlamadan önce mutlaka pipo içer, en az bir saat felsefe kitabı okurdu. Dostoyevski’nin geceleri çalıştığını bilmeyen yoktur. Evde el ayak çekildikten sonra yanında semaveri, sabahın beşine, altısına kadar “pek koyu olmayan” çayını yudumlayarak çalışırdı. Gogol da öyleydi. Özellikle 1882 yılında bulunduğu St. Petersburg’da gündüz işinde yoğun çalışırken, yaşadığı çatı katında geceler boyu yazıyordu.

Okumaya yazmaya tüm dikkatini vermek herkes için kolay olmuyor. Bu nedenle kendisini yazmaya zorlayan çok sayıda insan var. Eğer politikayı değil yazarlığı seçseydi çok başarılı eserler verirdi denilen Winston Churchill’in, yöntemi de böyleydi. Boş zamanlarında bahçesine duvar ören bu ünlü devlet adamı, günde iki bin kelime yazıp, iki yüz de tuğla örerdi. Tuğlacılığı kafasını rahatlatmak, sıkılganlığını dağıtmak için bir uğraşı elbette. Ama Tolstoy’un ayakkabıcılığı bu türden bir meşgale değildi. Her ne kadar Zweigkötü kunduralar yapardı” demiş de olsa ayakkabıcılıkta bayağı ustaydı büyük yazar. Romanlarından fırsat bulduğu zamanlar yaptığı ayakkabıları az kimse giymemiştir.

Disiplinli çalışmasıyla bilinen İngiliz yazar Anthony Trollope, sabah 5.30’da yatağından kalkar, kahvaltı saatine kadar her 15 dakikada 250 kelime yazardı. Böyle yaparak sıkılmaya zaman bulamadığını söylerdi derler. Jack London’un günde beş bin kelime yazması da sıkılmasını önlemede iyi bir yöntem olmuştur kim bilir. Yirmi günde normal boyutlarda bir roman yazardı London.

Masanın başına oturup yazıya başlamak gerçekten zordur. Ama başladıklarında bundan doyumsuz zevk alanlar da vardır. Vedat Türkali bunlardan biriydi Londra’da Güven’i yazdığı sıralarda, “nasıl gidiyor? diye sorduğumda verdiği yanıt hala aklımdadır: “Çok çok iyi gidiyor. Bitecek diye ödüm patlıyor”. Demek ki Türkali de yazarken hiç ama hiç sıkılmayanlardandı.

Sıkılmayı, sıkılganlığı gidermenin öyle çok da zor bir tarafı yok. Sıkıldıklarımızdan kurtulmak sandığımız kadar imkansız değil.

T A M A M artık S I K I L D I M demek yetecek.

Başlangıç için...