“Baba yaa, bir doğrul da bak hele!”

“Ooo kimler gelmiş. Nerelerdesin? Millet hiç değilse bayram falan der mezar ziyaretlerine gelir, ama sen bayram seyran da bilmezsin ki; ananla ben altlı üstlü yıllardır yatıp durduğumuz bu mezarda kemiklerimizi sızlatır durursun yalnızca. Sen de bi şey söyle hanım.”

“Ne kemiği kaldı ayol? Eridik bittik; sen de halimizi mi görmeye geldin hayırsız evlat bunca yıl sonra...”

“Sizi nasıl unuturum?”

“Sor bey şuna, Ne istiyor? Büyük bir derdi olmasa gelmezdi buraya.”

“Şeyi şapıcamı sanmayın, yani unutacağımı. Kızgınlığım geçmedi ikinize de!”

“Sen yoksa hala şu şaapmada mı kaldın? Bak hanım bizimkisine, yıllar geçmiş ama aklı hala o şaapmada, boşuna demiyordun buna ‘hindi kafa’”

“Haa bi de onu şapıcaktım, neydi o öyle ‘hindi kafa’? Bana küçükken söylüyordunuz ya, ne olduğunu uzun zaman bilemedim, sözlüklerde aradım bulamadım. Ancak giderek, olanları yorumlayarak, ünlenme ancıklarını da anımsayarak vardım bir sonuca: ‘senin kafan çalışmıyor’ ya da ‘aklın kıt’ gibi bir şeydi, değil mi ana?”

“Takıntısı geçmemiş işte anası!”

“Yaa ne istedim ki ben sizden. Siz şaapmadan, yani ben ana rahmine düşmeden önce bir sorsaydınız istedim, ‘kız mı olmak istersin, erkek mi?’ diye. Bir de esas nerede yaşamak istediğimi. 7-8 aylıkken konuşabilirdiniz benimle. Bir yere gitmedim ki karnındaydım. Nerde doğacağıma birlikte karar verebilirdik belki. Özgür bir memleket, insanca yaşayabileceğimiz başka bir yer seçebilirdik...”

“Evladım, sen daha doğmamışsan, nereden bileceksin neresi iyi neresi değil. Saçmalama artık! Yazgı bizi de seni de bu ülkede doğmaya, yaşamaya şaapmış. Hay dilime, nerden doladıysan şu şaapmayı...”

“Ey Hades...”

“Ben babanım evladım, kime konuşuyorsun, kim o?”

“Hades, ölümün tanrısı, aynı zamanda ölüler ülkesinin, sizin oraların da adı.”

“Hanım, şu tabutun kapağını şaap da, biz yavaştan toz olalım, bu çocuğun durumu hiç iyi değil, eskisinden beter olmuş.”

“Doğru bey, hindi kafada daha çok akıl vardı.”

“Durun, yok öyle kaçmak. Sorum var: ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ diye bir şey bu dünya üzerinde bilinmiyor. Peki var mı sizin oralarda öyle bi şey?”

“Yani bizim bu tarafta mı?”

“Evet.”

“Valla hanım, bu çocuk hepten sıyırmış.”

“Çıldırtmayın beni, duyuyorum mır mır ne dediğinizi. Yeni yönetim, kabinesini açıkladı diyorum size.”

“Biz anlamayız çocuğum kabineden filan.”

”Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy oldu.

“Onu da şaapmayız... sana hep demiştim hanım, bu oğlan sanat tiyatro yazma çizme işlerine bulaştığından beri iflah olmadı.”

“Ah, bir memuriyet kapaydı bir yerde, ah kocacığım...”

“Mehmet Ersoy lise öğrenciliği yıllarında okul turları düzenleyerek turizm sektörüne adım attı.

“İyi yapmış evladım.”

“Dinleyin yazılanları: Kardeşiyle birlikte ETS Tur'u kurdu ve yıllar içerisinde Türkiye'nin en büyük turizm şirketlerinden biri haline getirdi. Ersoylar, en büyük atılımlarını 2004 yılında AtlasJet'i alarak yaptı. Mehmet Ersoy, 2012 yılında Türkiye'nin tek cruise gemisi işletmecisi oldu. Kuzey Kıbrıs’ta yatırımlar, Max Royal otelleri ve Ersoy İnşaat, şirketin bünyesinde bulunan iştirakler arasında yer alıyor...

Uluslararası Şeffaflık Derneği Başkanı Oya Özarslan, ‘Devlet yönetimi kişilerin iyi niyetine, sözüne, ahlaklı bir insan olmasına bırakılmaz.’ ifadelerini kullandı. ‘Milletvekilleri veya kamu görevine atanan kişiler gelir elde etmeye devam etmemeli. Dünyada siyasiler bu kurala uymaya özen gösteriyor.' dedi. Sizin dünyadan haberiniz yok tabii...”

“E doğru, artık dünyalı değiliz çünkü...”

“Şimdi gelelim, zurnanın zırt dediği yere... Onca şey bağlı ki kültür’e; devlet operası, bale, tiyatrolar, sinema, resim, heykel; aklına ne gelirse sanat adına...”

“İyi de derdin ne evladım?”

“Kültür ve Turizm Bakanlığı’na atanan yeni bakanın ‘turistik’ yanını anladık da, ‘kültür’ yanıyla ne tür bir ilişkisi olduğu üzerine hiçbir ipucu yok.”

“Neyin ucunu arıyorsun evladım, ipin ucunu mu kaçırdın?”

“İp mip yok ki ortada ucu olsun, kaçırayım... Durun nereye gidiyorsunuz, daha anlatacaklarım var!”

“Yürü hatun yürü, Hades midir nedir oraya.”

“Ne var,” diye giriyor bizimki içeri, “iyi misin sen, kendi kendine mi konuşuyordun, ne oluyor?”

“Hadi ufaklık, ninenle dedeni ziyarete gidelim. Yattıkları mezarın üstündeki otları alalım, kurumuşlardır, toprağı düzeltelim, çiçeklendirelim, suluyalım, şaapalım...”

“Nerden çıktı bu ‘şaapma’?”

“Çocukken sık kullandığım bir sözcüktü, bugün takıldı şaaptımını hindi kafama...”