Hakan Mertcan’ın yazdığı öyküde Sabah karakteriyle yaşadıkları zorlukları anlatırken kendi mahallemizi de eleştiren bir dil tutturuyor. Memleketi güzelleştirmek için verilen her türlü çabayı küçümseyenler için de söylenebilir belki bu sözler

‘Sabah’ın bir sahibi var!

Mithat Cemal Kuntay ‘Üç İstanbul’ romanında “Fukaralık açlık değildi, fukaralık kimsesizlikti” der. Kimsesizlik duygusunun en yoğun yaşandığı ve birbirine sarılmanın en elzem olduğu yer sürgünmüş. Altı ay Almanya’da kaldığım dönemde köklerinden kopmak zorunda kalıp kendine yeni bir yurt edinmeye çalışan dostlarımı görünce anladım. Yeryüzünde ve belki onu da aşacak evrende kendimize kurduğumuz yurt, çocukken odamıza kurduğumuz çadır kadar. Tüm ev bize ait olsa da mutlu olduğumuz yer işte o çadır. Memleket dediğimiz, üzerine titrediğimiz... Yuvamızın üstüne çöken karanlığın hızına yetişemedik. Yergoviç’in Saraybosna Marlborosu kitabında 12 yaşındaki Zenitsalı Dino’dan aktardığı o söz gibi: “Işık hızının ne olduğunu biliyorum ama karanlığın hızının ne olduğunu öğrenmedik.”

Karanlık uzun sürdükçe güneşin doğuşu yaklaştı diye bekledik oysa güneş doğan değil doğurulan bir şeymiş. Emekle, ıstırapla çokça da sevgiyle… Güneşi doğuramadıkça olmayan sabah, başka diyarlara gitmek zorunda kalmış. Yurdundan sürgün edilip Hamburg’un daralan sokaklarında dolaşan Sabah gibi… Hakan Mertcan’ın öyküsünün kahramanı Sabah…

sabah-in-bir-sahibi-var-659555-1.Nota Bene Yayınları’ndan çıkan Hudut Dışı Öyküler adlı kitaptan söz ediyorum. Sürgün akademisyenlerin hikâyelerini anlatan... Çıkalı henüz birkaç ay oldu. Değerli akademisyen Hakan Mertcan’ın derlediği bu kitapta 14 sürgün akademisyenin yazdığı öyküler yer alıyor. Burhan Sönmez’in kitabın arka kapağında yazdığı gibi, “Bu kitap hudutların ardında kendilerine ve yaşadıklarına asaletle bakanların sesini yankılıyor.”

Kitabın editörlüğünü yapan Hakan Mertcan ile Hamburg’dayken bir aradaydık. Çok güzel günlerimiz geçti birlikte… Onu, ailesini tanıdım, sürgün öyküsünü dinledim. Onun nezdinde tüm sürgün dostlarımız için bir şeyler yapabilir miyiz diye düşündüm. Sürgünde yaşamlarını kolaylaştıracak dayanışma ağları kurabilir miyiz, akademik çalışmalarını geliştirebilir miyiz, tüm bunları yaparken batılıların “karşılık bekleyen” oryantalist şebekelerinden dostlarımızı uzak tutabilir miyiz… Çevremle sıkça paylaştım bu konuyu. Pek bir yol alabildiğimizi söyleyemem.

Ben Türkiye’ye döndükten sonra Hudut Dışı Öyküler çıktı. Meltem Gürle’nin o duru öyküsündeki gibi arada kaldı duygularım ve ben de masanın üzerindeki lekeyi uzun uzun tırnaklarımla kazıdım. Düşündüm. Birbirimiz için, geleceğimiz için, sabah olması için ne yapıyoruz? Çabalarımız yeterli mi? Tüm bunlar için daha fazla dayanışma, daha fazla emek, daha fazla üretmek… Birlikte düşünmek ve mücadele etmek gerek.

Hakan Mertcan’ın yazdığı öyküde Sabah karakteriyle yaşadıkları zorlukları anlatırken kendi mahallemizi de eleştiren bir dil tutturuyor. Öyküde şu cümleler geçiyor: “Şer küresi miydi sadece yargısız infaz yapan, ölçüsüz şiddet uygulayan, suç ve ceza arasındaki orantısızlık sadece bizim karşımızdakilerin mi başvurduğu bir yoldu?” Memleketi güzelleştirmek için verilen her türlü çabayı küçümseyenler için de söylenebilir belki bu sözler.
Sürgün akademisyenler haklarını kazanıp yurda dönme mücadelesini sürdürüyor. İktidarın gerici kadrolarının hem akademide hem yargıda direnci de sürüyor. Yurdumuzu güzelleştirmek ve arkadaşlarımızın döneceği günü örgütlemek için çabalarımız bitmeyecek. Kendilerine başka bir yurt edinenlerin de yaşamını kolaylaştırmak için çabalayacağız. Bir arada, dayanışarak… Çünkü her nerede olursa olsun Sabah yalnız değil, Sabah kimsesiz değil, Sabah’ın bir sahibi var.

cukurda-defineci-avi-540867-1.