“1 değil 4 yerde belediye başkanlığı yaptın, inanılmaz; nasıl bir duygu bu?” diye soruyorum Sabahattin Abi’ye. “Alemsin Zafer, bir arada yapmadım ya,  sırayla... O zamanlar Belediye Başkanlığı değil de şube müdürlüğü olarak geçiyordu adımız. İstanbul Belediye Başkanlığı’na, yani merkeze bağlıydık... Tayin ile oluyordu müdürlükler. 1976 sonuydu galiba, ‘Beşiktaş Şube Müdürlüğü yapar mısın?’ diye teklif geldi.

Ahmet İsvan’a iletmişler, biz böyle bir adam istiyoruz; böyle dürüst, namuslu ve çalışkan birisini bulamayız falan filan diye. ‘Ben anlamam o işten’ deyince, ‘Öğrenirsin’ dediler, ‘senin için zor olmaz.’ Düşüneyim dedim. Israr üstüne ısrar. Eve gelip gitmeler... Kabul ettim sonunda ve işi de kavramam uzun sürmedi, geçmiş bazı bilgilerim ve deneyimlerim sayesinde. 2,5 yıl kaldım Beşiktaş’ta; bugünün deyişiyle Belediye Başkanlığı’nda...

77’de, genelde seçim zamanlarında görüldüğü üzere her tarafa gecekondular yapılıyordu... Bir haber geldi. Şimdiki Etiler’in sonu olan bölgeden Küçük Armutlu’dan. Yanıma teknik müdürümü (rahmetli Demirtaş Ceyhun’un eşi) alarak gittim teftişe. Ne kondusu; bir sürü lüks villalar yapılmış kaçak, bitti bitecek... ‘Bunları yıkacağım’ dedim fakat elimde dozer yok. Yalnızca merkezde var, ordan getirttim güç bela... Ertesi gün de yıktım villaları; ve bak tesadüfe, Belediye Başkanı Ahmet İsvan da, buluşmak istiyor benimle hemen... Sıcak bir gün. Yazlık giysim yok. Neyse kışlık elbiseye bi kravat takıp gittim görüşmeye...
İsvan; sıkıntılı, Armutlu’dan söz ederek ‘Yahu nasıl yıkacağız villaları?’ diye sordu. Ben de dedim ki ‘Dün oraları yıktım’.  Olanlardan haberi yoktu henüz; dondu kaldı, ‘Nasıl?..’ dedi şaşkınlıkla. ‘Sizden aldığım bir dozerle!’ dedim...  İsvan çok memnun olmuştu.  Sonra iyi dost olduk kendisiyle...

Bir gün bir adam girdi odama, villaları yıktıklarımdan biri, elindeki çantayı açtı, paketler dolusu para. Çantaya bi tekme savurdum paralar uçuştu havada. Zili çaldım, zabıtalar geldi. ‘Bu yerdeki paralar toplansın ve bu adam derhal çıksın buradan...’”  Araya giriyorum, “Zaten biliniyordun ama şimdi tescillendin işte: ‘Bu müdür rüşvet yemiyor!’ Kaç yaşındaydın?”  “38 yaşındaydım.

İsvan’ın ardından yerine gelen Aytekin Kotil aradı bu defa: ‘Seni Kadıköy’e göndermek istiyoruz. Durumlar pek iç açıcı değil. Maaşları zamanında ödeyemiyoruz, para yok, biliyorsun bunları ya, ancak belediyede suistimaller var. Kadıköy’ü toparlamanı istiyoruz.’

1979’un başıydı, ‘Peki’ dedim... Şimdiki Haldun Taner Sahnesi’nin olduğu yer, belediyenin yeriydi. Bizden başka bir de İtfaiye vardı binada... Bahariye’ye çıktım. Halk yolda yürüyemiyor, her yeri pazarcılar işgal etmiş; işportacılara yer göstermekle başladım yeni düzenlemelere... Çok çalışıyor, çeşitli sorunların altından kalkmaya çalışıyordum ki kısa bir süre sonra 80 ihtilali patlayıverdi...”  Telefon çalıyor. Açıyorum. Sabahattin Abi. “Zafer, seni gazeteden kovmasınlar!” derken o güleç, alaysı yüzünü görür gibi oluyorum. “Neden?” diye soruyorum.  “Haftalardır beni yazıyorsun  da...” diyor. “Az kaldı. Ayrıca, yalnız senin yaşamın değil...”  “Doğru. Dönemler de var...”  “Kusura bakma abi!” diye kesmek zorunda kalıyorum. “Daha önce yazılmayan, kimselerin bilmediği aralara sıkışmış kalmış o anıları, anlattıklarını aktarmak, önemsiz mi?!”  “Tamam tamam,” diyor, “ne de çok konuşmuşum...”  “Sanmam,” diyorum, “olsa olsa özet geçmişsindir...”