MERYEM KORAY
meryem.koray@gmail.com

TBMM Başkanı İsmail Kahraman “dindar bir anayasa yapmalıyız” dedi ve herkes konuya daldı. Benimse, aklıma sorular takılıyor:

Ok mu yaydan çıkıyor; nabız mı ölçülüyor!

Mızrak çuvala sığmaz misali, hedeflerindeki toplumsal-siyasal projeyi –ki, “restorasyon” diyerek açıkladılar zaten- daha açıkça ortaya koymalarının zamanı geldiğini düşünüyor olabilirler. Aslında Cumhuriyet’in ilke ve değerlerini, bu arada “laikliği” çoktan restore etmeye başladılar ama gidilecek daha çok yol olduğu açık.

Yeni anayasa için kolları sıvamışken, çok zaman yaptıkları gibi, bu konuda iskandil atılıp nabız ölçmenin zamanı geldiğini düşünmeleri çok mümkün!

Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu mu demeli; yoksa, İmam bildiğini mi okumakta!

Öte yandan, İsmail Karaman’ın uzun süre önce bıraktığı siyasete geri dönmesi ve Meclis Başkanı olmasının da bir “kerameti “olmalı. AKP’ye emeği geçmiş bunca isim dururken, “milli görüş’ ten birinin “piyango” misali buraya oturtulması boşuna olamaz!

Bir zamanların İslami militanı ise, yeni anayasa için gönlünden geçeni dillendirerek “görkemli” bir açılış yapma fırsatı bulmuş ki, siyasal kariyeri için “aliyy-ül ala” olsa gerekir!

Yoksa, “köylü birbirine düşmezse Osmanlı mıkla yiyemez özdeyişinden mi ilham almaktalar!

Örneğin, bitmeyen siyasal ve toplumsal tıkanıklıklar yeni bir “manevra” gerektirmiş olabilir! Çatışma ve ölümler sürüp gidiyor; diyalog ve çözüm süreci ufukta bile görünmemekte; bombalar ve katliamların arkası kesilmezken, Kilis’i bombalamaktan çekinmeyen IŞİD belasıyla birlikte savaş kapımıza dayanmış durumda; başkanlık rüyası, içerden ve dışarıdan gelen “diktatörlük” iddialarıyla kabusa dönüşmekte...

Kısacası, yeni bir “iyilik” yapıp, “memleket ahalisini” biraz daha birbirine düşürmekte fayda görülmüş olabilir! Ne de olsa, Osmanlı terbiyeleri var!

Şimdi, artık haftalarca mı olur, aylarca mı bilmiyorum, laikliği konuşacağız. Oysa bunları konuşmayı “zül” saymak gerekmez mi?

Bunca yıl ve deneyim bir yana, onların laikliğin ne anlama geldiğini çok iyi bildiklerini de, nasıl anlamak istediklerini de bilmiyor muyuz?

Ne yazık ki, konuşması zül sayılabilecek daha birçok şey gibi, bunu da konuşacağız.

Örneğin, yıllardır devletin temel niteliklerinden biri olan laikliğin, yeniden ve yeniden, demokrasi için, hak ve özgürlükler için ne kadar elzem, birlikte yaşamak için ne kadar vazgeçilmez, hatta dindar olanlar için bile ne büyük güvence olduğunu anlatmaya kime anlatıyoruz? “Halep oradaysa, arşın burada” misali uygulama ortada değil mi?

Hadi, Cumhurbaşkanı’nın tanımından yola çıkalım: “Laiklik, devletin tüm farklı inanç grupları için bir güvence olduğunu, bütün farklı inanç gruplarına eşit mesafede” durmasıymış!

Kavram, yalnız bu kadarla tanımlanamaz ama bu tanımı alalım ve soralım:

Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan imam hatip okullarına, kılık kıyafetten din derslerine kadar nereye baksan, bu ülkede devletin din ve inançlara ne kadar “eşitsiz” durduğu görülmüyor mu?

Davutoğlu ise, “Yeni Anayasada da laiklik ilkesi inanç gruplarına eşit mesafede olmasını garanti altına alan bir ilke olarak yer alacağını” söylerken, “otoriter laikçilik” ile “özgürlükçü laiklik” ayrımı yapmış!

Yapmış da, gerçekte, “halkın yüzde 90’ı Müslüman” demek bile, Müslüman olmayanlar veya Müslümanlığın gereklerini yerine getirmeyenler üzerinde bir “otorite-baskı” kurmak anlamına gelmez mi? Ve de, “Sünni İslam’ın” sahip olduğu iktidar düşünülürse, bugün ancak “siyasal İslam’ın” otoritesinden söz etmek gerekmez mi?

Öyle bir otorite ki, tıpkı, demokrasi, hak ve özgürlükler, hukuk devleti, sosyal devlet gibi, laikliği de kendine göre tanımlıyor. Kavram, ilke olarak anayasada duruyor durmasına da, bildiğimiz ya da dünyaca bilinen anlamıyla değil, iktidar sahiplerinin uygun gördükleri biçimde tanımlanıp uygulanmakta.

Kısacası, bir araç olmaktan öte değil! Ve tıpkı, yasamadan yargıya, medyadan üniversiteye uzanan hak ihlallerini görmeyip, iktidara karşı konuşup yazılmasının bile demokrasinin varlığı için yeter görülmesi gibi, laikliğin de, İslami kurallara göre yaşamayanların varlığını sürdürebilmeleri anlamına gelmesine az kaldı desek abartı olmaz! Henüz din polisimiz, henüz içki yasağımız, henüz oruç tutmayanı cezalandıran yasalarımız olmadığına göre, laikiz demektir! Gerisi de, yetiştirilecek olan dindar nesillere emanet!

Çok mu abartılı geldi; bakınız, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral ne diyor!

“Milleti din, tarih ve kültür mevziinden çıkarmak için laikliği bir sopa gibi de kullanan totaliter rejim, o sopayı milletin sırtında kırmıştır. Bu yönüyle ‘laiklik’ milli vicdanda sabıkalıdır.”

Toplumun kimliğini İslam’la tanımlayan ve “90 yıllık parantezi kapatmaya” ahdetmiş olan bu anlayış iktidarda oldukça, bu “sabıkalı” kavramın başına daha neler geleceğini düşünmek de zor olmasa gerek!

Not: Ceyda Karan ile Hikmet Çetinkaya, katledilen Charlie Hebdo çizerini anmak istediler; 2 yıl hapis cezasına çarptırıldılar. İşte laiklik ile özgürlük!