Geçen haftaki yazımda , mevcut dalgalı kur sisteminde (rejiminde) kurun düzeyini hedeflemenin mümkün olmadığını ve dolayısıyla kuru yükselterek TL’ye...

Geçen haftaki yazımda , mevcut dalgalı kur sisteminde (rejiminde) kurun düzeyini hedeflemenin mümkün olmadığını ve dolayısıyla kuru yükselterek TL’ye değer kaybettirmenin beyhude çaba olduğunu göstermiştik.
Peki mevcut sistemde çözüm mümkün değilse, o z aman sabit kur sistemine yeniden dönmek bir çözüm olamaz mı? İlk bakışta bu çözüm yolu , sağlıklı bir seçenekmiş  gibi gözüküyor.Ancak bu izlenim yanıltıcı.Çünkü görünürdeki  aşırı  değerli  TL sorunu çözüme kavuşurken yeni  birçok sorun ortaya çıkabilir.Dolayısıyla, kur rejimini değiştirmenin yaratacağı maliyet mevcut sistemi sürdürmenin maliyetinden çok daha yüksek olabilir.
İlk maliyet, kuru yükselterek TL ‘ye değer kaybettirmenin yaratacağı makro ekonomik riskler olacaktır.Bilindiği üzere, sabit kur sisteminde Merkez Bankası’nın döviz kurunu doğrudan belirleme olanağı vardır. Merkez Bankası, kurun düşük düzeyde ve dolayısıyla TL’nin aşırı değerli olduğu bir durumda kuru yükselterek TL’ye değer kaybettirebilir. Yazında buna devalüasyon deniliyor. Çok açıktır ki, devalüasyona gidildiğinde bugün şikayet konusu olan aşırı değerli TL sorunu kendiliğinden çözülmüş olacaktır. Ancak bu çözüm, beraberinde bir çok sorunu da aynı anda tetiklemiş olacaktır.
Devalüasyonun yaratacağı ilk sorun, fiyat istikrarsızlığı olacaktır. Çünkü TL’nin değer yitirmesi ithalatı pahalılaştıracaktır. Böylece mevcut “iç fiyatları ucuz ithalatla terbiye etme’’ politikası sona erecektir. Tek haneli enflasyon hedefini tutturabilmek giderek güçleşecektir.
İkinci sorun, mevcut sıcak paraya dayalı büyüme modelinin sekteye uğraması olacaktır. Çünkü kurun yükselmesi sıcak paranın dayanağı olan “yüksek faiz- düşük kur’’ makasının bozulmasına neden olacaktır. Diğer bir deyişle, kurun yükselmesi marjı daraltıp sıcak paranın getirisini düşürecektir. Getirinin düşmesi ise ani sıcak para çıkışlarına neden olacak ve sıcak para çarkı dönmede zorlanacaktır.
Üçüncü sorun, ihracatın ithalat girdilerine bağımlılığı yüzünden rekabet gücünü yitirecek olmasıdır. TL’nin değer yitirmesi, ihracat için üretim yapanların kullandığı ithal girdilerin pahalılaşmasına neden olacaktır. Kısa dönemde, bu pahalı girdilerin yerli girdilerle ikamesi olanaklı olmadığından, üretim maliyetleri kaçınılmaz olarak yükselecek ve üretici ihracatçılar rekabet güçlerini yitirebilecektir.
Bir diğer sorun, özel sektörün dış borçlarını TL karşılığının yükselecek olmasıdır. 2010 yılının ilk çeyreği itibariyle 266.6 milyar dolarlık dış borcun yüzde 63,5’u özel sektöre ait bulunuyor. Hiç kuşkusuz, kur yükseldiğinde özel sektörün dış borcunun TL karşılığı artacak ve maliyet hesapları altüst olacaktır. Dolayısıyla, ihracatçılar dışında özel sektörün büyük çoğunluğunun  ‘’ TL’ye değer kaybettirlimesi’’ önerisine sıcak bakmamasına şaşmamak gerekir.
İkinci maliyet, devalüasyonla ulaşılan hedef kur düzeyinin korunabilmesi veya bir bant içinde kalınabilmesi için yüksek miktarda döviz alım ve satımı yapılması ve dağlar kadar rezerv tutulması ihtiyacının ortaya çıkacak olmasıdır. Gerçi bu tür bir gereksinim, kurda aşırı oynaklığı gidermek için mevcut dalgalı kur sisteminde de söz konusu. Ancak sabit kur sisteminde gereksinimin boyutları daha yüksek. Boyut yükselince bedeli de kaçınılmaz olarak daha yüksek oluyor. Çünkü satın alınan dövizler veya rezerv tutma bedava değil, faiz karşılığında oluyor. Yüksek cari açık nedeniyle döviz gereksinimini çok yüksek olan, “döviz döviz’’ diye inleyen bir ülkede kara gün dostu yüksek bedelli döviz rezervlerini tutmak kolay olmasa gerek.
Görülüyor ki, sabit kura dönüş de bir çözüm üretmiyor. Geliniz gerçek çözümün ne olması gerektiğini de gelecek yazıda tartışalım.