Akışkanlıklarla sabitlikler arasında dinamik ve diyalektik bir ilişki vardır. Akışkanlığı en has biçimde kapitalizm temsil eder. Sermayenin kontrolsüz biçimde dört bir yanda fink attığı dünya, aynı zamanda kârına kâr kattığı bir dünyadır.

Lakin kapitalizm bile sonsuz bir akışkanlık rejimi ile yaşayamaz. Ulusal düzeyde merkez bankaları, ulus-ötesi düzlemde IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlar kapitalizmin ihtiyaç duyduğu sabitlikleri yaratmaya çalışır. Sabit bir para birimi, kurlar, ticaret kuralları, uluslararası mahkemeler, kapitalist akışkanlığı mümkün kılan sabitliklerdir.

Günümüz bireyi için durum farklı mı? Gün ve geceler boyu mekândan mekâna aksanız da bir noktada ev dediğiniz bir yere çekilip kendinize gelmeniz, bir sonraki akışkanlığa hazırlanmanız gerekir. Bu dengeyi kurmadığınızda, hiçbir şeyden olmazsanız, sağlığınızdan olursunuz.

Bu uzun girişi yapmaya beni bu haftaki yazıma konu seçme maceram itti. Haftaya koronavirüsünü yazma niyetiyle başladım. Kent bilimci olarak, bu tür virüslerin nasıl bir küresel ağ içinde akışkanlık kazandığını, metropol kentlerin çeperinde oluşup merkezlerini nasıl esir aldığını, sınır kapatma ve karantina gibi sabitliklerin, virüsün akışkanlığı karşısında nasıl yetersiz kaldığını ele alacak; en küreselleşmeci olanın bile, enfeksiyonu taşıyan küresel ağların parçası olmaktan pişmanlık duyuşuna işaret edecektim.

Derken KHK ile üniversiteden uzaklaştırılmış yakın bir arkadaşımın çarşamba günü telefonda, “Alıkonulan pasaportumu aldım, yurtdışına gidiyorum” demesi sonrasında yazı konusunu değiştirdim. Bir yere uzun sürede yığılmış bir birikimden vazgeçip geleceğini bir başka yerde sabitleme yönündeki bir akışkanlık olarak göçü yazacaktım. Risklerle dolu bu kararı alan arkadaşımı böyle davranmaya iten nedenlerin ortaya konulması ve yurtdışı ‘beyin’ göçünün üniversiteler ve ülke için nasıl dramatik sonuçlar doğurduğunun vurgulanması önemiydi.

Perşembe akşamı akışkanlıklar dünyasındaki yerimiz, Suriye’de yaşanan vahim kayıplarla bir kez daha tanımlandı. Ulusal sınırlar bir toplum için en önemli mekânsal sabitlerden biridir. Öyle ya da böyle Türkiye, bir başka ulus-devletin topraklarına kendi sabitliğini korumak adına girmiş bulunuyor. Savaş dediğimiz akışkanlığın ağır bedellerinin olduğunu biliyoruz. Bilmediği topraklarda dün gece en az 33 genç insan yaşamını yitirdi, çok sayıda yaralı asker var.

Suriye meselesine odaklanmaya karar verdiğimde aklımda akışkanlıklar sabitlikler ilişkisi açısından savaş uzmanlarının bir notu vardı. Diyorlar ki: “Eğer başka ülkelerin topraklarına giriyorsan bu akışkanlığın, yerel bazı sabitliklerle dengelenmesi gerekir.” Daha açık bir anlatımla; “Güçlü yerel müttefiklerin yoksa başka ülkelerin topraklarına akma, kaybedersin”.

Bunlar üzerinde düşünürken cuma sabahı itibariyle bir başka akışkanlığın harekete geçirilişine şahit olduk. Türkiye, Avrupa’ya karşı koz olarak kullandığı mültecileri daha fazla sınır kontrolleriyle sabitleyemeyeceğini duyurdu. Bu beyanın ardından, binlerce mülteci Avrupa ülkelerine akmak için sınırlara ve kıyılara yığıldı. Maliyetini önümüzdeki günlerde göreceğimiz bir insanlık dramı gözlerimizin önünde inşa ediliyor.

Son beş güne sıkışan olaylar gösteriyor ki; AKP iktidarı altında Türkiye, yaşamın neredeyse tüm alanlarında sabitlik sağlayan vidaları sökmüş olmanın sonuçlarını yaşıyor! Ülke sabitliklerini yitirirken kontrolsüz bir akışkanlıklar rejimi içinde farklı yönlere doğru kontrolsüz biçimde salınıyor, daha doğrusu savruluyoruz.

Sabitliklerle dengelenmemiş akışkanlıkların sürdürülemez olduğunu en başta söyledim! Kendi adıma bu durumun en hafif sonucu, hangi konuya sabitleneceğini bilemeden yazı yazmak oldu. Affınıza sığınıyorum…