Orman yangınları, insanı, doğayı, hayatı değil, parayı önceleyen neo liberal politikalarının kusurlarını ayan beyan ortaya koyan yeni ve önemli kanıt oldu. Aynı zamanda neoliberal hegemonyanın kabul ettirdiği piyasacılığa karşı itiraz etmenin nasıl elzem olduğunu da.

Sabotaj mı dediniz?

Zafer Aydın

Ülke yanıyor, üstelik bu kez mecaz değil, kelimenin gerçek anlamıyla alev alev. Siyasal iktidar ve yandaşları yanan alanlardan elde edilecek rantın hülyası içinde yangını söndürmek yerine büyümesini tercih ediyorlar. Ne de olsa her felaketten bir fırsat yaratmak fıtratlarında var. Bu tercihi gözden kaçırmak için ise hedefine Kürtleri koyarak “sabotaj” sözcüğünü servis ettiler. Daha sonra en azından Bakan düzeyinde bundan geri çekilseler de “sabotaj” iddiası CHP, İYİ Parti tabanının ve seçmeninin de içinde olduğu belli bir alıcı kitlesine ulaştı. Mesajı alan “duyarlı vatanseverler” de sokaklarda “sabotajcı” avına çıktılar. AKP de durumdan vazife çıkaran bu ırkçı lümpenlere karşı tedbir almak, tutum açıklamak yerine ellerini ovuşturarak izlemekle yetindi. Zira bu gelişmeler olası bir erken seçim için ihtiyaç duydukları şiddet ortamına zemin hazırlayabilirdi. AKP’nin beklentileri, maksadı bir tarafa kabul etmek gerekir ki orman yangınlarının neden ve sonuçlarını konuşurken “sabotaj” açıklayıcı yerinde bir kavram. Ancak sabotajın ne olduğunu, sabotajcının kim olduğunu belirlemek için yangının çıkışına değil, kontrol altına alın(a)mamasına bakmalı. Çünkü uzmanların ifadesine göre bir doğa olayı olarak orman yangını birden çok nedene bağlı olarak çıkabilir, buna birinin kasten yakması da dahil ama yangını büyüten esas faktör kontrol altına alma becerisinin gösterilememesi. Yangınla mücadelede araç, gereç ve personel açısından yetersiz kalınmasıdır. Bu da imkânsızlıktan, çaresizlikten değil, yıllardır izlenen iktisadi ve sosyal politikaların doğurduğu olağan bir sonuçtur. Bile isteye ve göz göre göre bu noktaya gelinmiştir. İşte bu nedenle orman yangınları sabotajdır. Sabotajcı da Türkiye’nin gelmiş geçmiş en organize, en tahripkâr suç örgütü AKP’dir. Kanıt isteyenlerin, alevleri yayan rüzgârdan daha hızlı bir biçimde TOKİ’nin ev projeleri hazırlamasına ve AKP Genel Başkanı’nın, afet bölgesinde “kira öder gibi ev sahibi olacaksınız” diye emlak pazarlamacılığına soyunmasına bakması yeterli.


Kasıt, kusur, ihmal, organizasyon becerisi gösterememek, kifayetsiz, liyakatsiz, akla, bilime uzak, açgözlü, kibirli kadroların görev başında olması da sabotaj kavramının kapsamı içinde. Çünkü önlenebilir bir felaketi önleyebilecek bir düzen kuramamışsanız bu görev kusuru değil, sabotajdır. Sabotajın temelini oluşturan, sabotajcının yolunu açan, koşulları elverişli hale getiren ise liberal politikalardır. Hatırlayalım; 1980’li yılların sonlarına doğru liberalleşme büyük bir ideolojik coşku içinde şaha kalkmışken hedefinde kamu işletmeleri ve kamu hizmetleri vardı. En büyük dertleri maliyetlerin yüksekliği ve kârların düşüklüğüydü. Ekonomik maliyetler toplumsal maliyetlerden daha vazgeçilmez ve önemli olduğu için yaşamın her alanını piyasanın gereklerine göre dizayn ettiler. Bu dönemde en sık duyduğumuz söz “kamburlardan kurtulmaktı.” Sadece verimli olmadığını iddia ettikleri kamu işletmelerinden değil, yangınla, karla vb. doğa olaylarıyla mücadele gibi özel ihtisas gerektiren alanlarda kamunun hizmet sunmasını da bu alanlara yatırım yapmasını da kambur olarak görüyorlardı. Kamunun yangın uçaklarına ya da karla mücadele araçlarına sahip olması, bunları kullanacak personeli, mücadele ekiplerini istihdam etmesi, hangar, depo tutması, bakım onarımını üstlenmesi rantabl değildi. “Senede iki defa yangın çıkacak ya da kar yağacak veya sel olacak diye buralara kaynak ayırmaya gerek yok” diyorlardı. “Bu hizmetler pekâlâ piyasadan satın alınabilirdi.” Üstelik “piyasada bu hizmeti verenler işi almak için birbirleriyle rekabet içine gireceklerinden vatandaşa iyi ve kaliteli hizmet ucuza sunulmuş olacaktı.” Toplum ikna edildi, pek çok insana, çevreye kâr ve verimlilik üzerinden ortaya konulan vaatler makul geldi. Makul gelmeyenler ise ya sessiz kaldı ya da seslerini duyuramadı. Hal böyle olunca özelleştirme lehine geniş bir meşruiyet alanı oluştu. Bu meşruiyetin sağladığı avantajlarla kalifiye, bilgi ve deneyim sahibi bordroluların sayısı düşürüldü. Doğa olaylarına karşı, anında ve yerinde müdahale ekipleri tasfiye edildi. Kamunun bu hizmetler için sahip olduğu araç gereçler ise ya elden çıkarıldı ya da ekonomik ömrünü tamamlaması beklendi. İhtisas gerektiren alanlardaki hizmet özel sektörden satın alma ve/veya kiralanma yoluyla karşılanmaya başlandı. Dolayısıyla kamusal hizmet kavramı, kamu hizmetini yerine getirme yükümlülüğü zayıfladı, hayatımıza “hizmet alımı” diye bir kavram girdi. Hizmet alımı, İslamcı-liberal parti olan AKP’nin doğasına çok aykırı değildi. Ayrıca “hizmet alımı” AKP’nin yandaş sermaye yaratma ve büyütme amacına da son derece uygun bir araçtı.

Takip eden süreçte kamu küçüldü, buna karşın doğal felaketlerde yaşanan mağduriyetler büyüdü. Yani orman yangınları karşısında yaşadığımız çaresizlikte en büyük pay doğa olaylarıyla mücadelenin kamunun asli görevi olmaktan çıkarılmasıdır. Kamu hizmetlerinin tasfiyesi devletin sahip olduğu kaynakların özel sektöre aktarılması ve bazı yandaşların zengin edilmesinin bedelini insanımızı, ormanlarımızı, hayvanlarımızı, doğamızı kaybederek ödüyoruz. Orman yangınlarıyla bir kez daha görüldüğü üzere sürdürülebilir toplumsal yaşamı oluşturmanın vazgeçilmez koşulu doğal felaketlere karşı verilecek savaşımda başarı sağlamakla başlar. Bu da kâr ve maliyet hesapları üzerinden işletilen mekanizmalar aracılığı ile gerçekleşemez. Kamucu bir perspektifle, toplumsal yarar ilkesi üzerinden, kamu hizmeti vermek üzere anında ve yerinde müdahale edebilecek personel istihdamı, araç, gereç teminiyle olur. Buraya ayrılacak kaynaklar için ekonomik maliyet hesapları değil, toplumsal maliyet, insan, doğa, canlı dikkate alınmalıdır.

Orman yangınları, insanı, doğayı, hayatı değil, parayı önceleyen neo liberal politikalarının kusurlarını ayan beyan ortaya koyan yeni ve önemli kanıt oldu. Aynı zamanda neoliberal hegemonyanın kabul ettirdiği, normalleştirdiği, sıradanlaştırdığı piyasacılığa karşı itirazımızı yükseltmenin nasıl elzem olduğunu da. Bu yüzden sabotaj örgütü AKP’den kurtulmak kadar sabotajın temelini oluşturan piyasacı, özelleştirmeci, neoliberal politikalardan da kurtulmak da temel hedef olmalı. Zira bilindiği gibi piyasacı yaklaşımlar, neoliberal politikaların savunuculuğu AKP ile kaim değil. Aksi takdirde küresel ısınmanın tetiklemesiyle çapı ve etkisi giderek artan doğa felaketleri hayatımızı daha fazla karartmaya devam edecek.