Cumhurbaşkanından ana muhalefet partisi sözcülerine, emekli askerlerden coğrafya profesörlerine kadar herkes Mavi Vatan konusunda anlaşmış, meseleyi partiler üstü bir “milli dava” haline getirmiş ve yedi düvele karşı hararetle savunuyor durumda. Hatta CHP sözcüleri Oruç Reis gemisinin “bakım” amacıyla limana çekilmesi üzerine Hükümeti geri atmaması, taviz vermemesi için uyarıyor, el arttırıyor.

Peki ama hangi Mavi Vatan? Mesela Mavi Vatan karasal vatanımızda görmediğimiz özgürlük, huzur ve refahı görebileceğimiz bir vatan mı bu? Bugüne dek ağzına bu kavramı dolayanların tutarlı biçimde Türkiye’nin deniz sahlarındaki egemenlik ve ekonomik haklarını savundukları söylenebilir mi? Bir söyledikleri diğerini tutuyor mu? Enflasyon yükselir, Euro 10 TL’ye dayanır, tek adam oy kaybederken volümü yükseltilen mehter marşı fonunda tek duyduğumuz birbirini tutmaz, saçma, yayılmacı ve esasen içe dönük bir propaganda hikayesi. Neyi kastettiğimizi açalım.

SAVUNMACI SÖYLEM, YAYILMACI AMAÇLAR

15 yıl önce doktrinin temellerini atıp adını koyan emekli Tümamiral Cem Gürdeniz sayısız mülakatında Mavi Vatan konseptinin kesinlikle yayılmacı olmadığını, Türkiye’yi denizlerdeki haklarından mahrum etmek isteyen ülkelerin tasarladıkları ikinci Sevr’in yırtılıp atılasını amaçladığını ve uluslararası hukuka dayanan bir doktrin olduğunu söyleyip durdu. Ergenekon Davasında haksız biçimde 3 yıl cezaevinde yatan Tümamiral Gürdeniz Mavi Vatan konusunun siyasal İslamcı saiklere kurban edilmemesi konusunda da zaman zaman hassasiyet ifade ediyor. Ancak bu sözcüklerin üstüne iki kelime daha eklediğinde tutarlılık kaybolmaya başlıyor. BBC Türkçe servisinde verdiği mülakatta kavramın adını kendisinin koyduğunu, zamanla doktrin haline geldiğini ve haritasını da kısa bir süre önce istifa eden emekli Tümamiral Cihat Yaycı’nın çizdiğini söylüyor. Hani şu meşhur Türkiye- Libya Anlaşmasının mimarı olan amiral. Peki bu harita hakikaten uluslararası hukuka dayanan, savunmacı ve siyasal İslamcı saiklerden azade bir Mavi Vatan’ın denizlerdeki serhatlerini mi yansıtıyor?

Erdoğan’ın AB baskısı karşısında yarım adım geri çekilerek “müzakereye şans verelim” demesi üzerine “savunmacı” Mavi Vatan haritası çizerimizin hayli açıksözlü beyanı ortadaki zincirleme tutarsızlığın da görülmesini sağladı: Cihat Yaycı birkaç gün önce “Libya ile Türkiye anlaşmasında karşılık kıyıların hattı 18,5 mildir. Çok dar bir genişliktir. Bu genişlik Yunan adalarının özellikle Rodos, Kaşot, Kerpet adasının karasularının ötesinden geçer. Dolayısıyla müzakereye oturulduğu an 18,5 millik hat yenir. Çünkü hemen adaların yanından geçer. Yunanistan ile müzakereye başladığınız zaman Türkiye-Libya hattı ortadan kalkar çünkü Yunanistan’a ne kadar deniz yetki alanı vereceğinizi konuşuyorsunuz anlamına gelir” diye konuştu.

Öye bir harita çizmişsiniz ki Yunanistan ile Türkiye arasında adaları yok sayıp, üstüne koskoca Girit adasının etrafından bir yay çizip hepi topu 18.5 millik bir Libya sınırı icat etmişsiniz. Bunun uluslararası hukuka uygun olduğunu ileri sürüyorsunuz. Savunmacı olduğundan bahsediyorsunuz. Siyasal İslamcılık konusunda da hassasiyetlerinizi fısıldayıp Erdoğan karşıtı muhalif yurttaşların sempatisine de oynuyorsunuz ama günün sonunda sarf edilen cümle şu: “Müzakere edersek Türkiye-Libya Anlaşması ortadan Kalkar”.

AMAÇLARLA UYUMLU OLMAYAN ADIMLAR

Türkiye-Libya Anlaşması ile çizilen sınırlar makul bir müzakere masasında gündem bile olamaz, zira başka amaçlarla uydurulmuş ne milli ne de hukuki olan bir hamle idi. O anlaşmanın gerekçelerini bir kez daha anımsatağız ama uluslararası hukuk açısından Yunanistan’ın Meis adası üzerinden çizmeye çalıştığı Münhasır Ekonomik Bölge haritası ne kadar saçma ise haritanın bu kısmı da o kadar saçma işte. Yoksa haritaya o kısmı Cihat Yaycı değil de son dakikada Erdoğan mı ekletti? Bunu şimdilik bilemiyoruz. Ama aksini iddia etmediği sürece Yaycı o 18.5 millik Türkiye-Libya deniz sınırı tanımlayan haritanın müellifidir.

Yine aksini mantıklı bir biçimde iddia etmedikleri sürece CHP’de, sözde savunmacı “Mavi Vatan”cılar da Libya-Türkiye Anlaşması’nın diğer amaçlarından da, sonuçlarından da sorumludurlar.

Libya-Türkiye Deniz yetki Alanları Paylaşım Anlaşması hani Mısır-İsrail-Kıbrıs üçlüsün Türkiye’yi İskenderun Körfezi’ne mahkum eden Avrupa Birliği ile tezgahladığı oyunu bozmak içindi! Libya ile anlaşarak o 18.5 millik sınırı birleştirerek Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya ulaşmasını engelleyecektik. Böylelikle masada yerimizi alacaktık. Uluslararası Hukuka Giriş dersinde verdiğimiz Münhasır Ekonomik Bölgeler’de ne yapılır ne yapılamaz bilgisinden bile mahrum bir propaganda.

Mavi Vatan halisane bir konspet olarak başladı ise bile artık bundan çok uzakta bir bagaja sahiptir. Bunu Libya Anlaşmasının gerekçesi sayılan konuların saçmalığı üzerinden anlattık ki bir daha ifade edelim: Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ülkelerin kıyılarından 200 deniz mili mesafe içinde ekonomik kaynakları kullanma ayrıcalığıdır. Karasuları gibi askeri denetim sahası değildir. Mısır, İsrail ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kendi aralarında yaptığı (MEB) anlaşma Türkiye'ye karşı değildir. Münhasır Ekonomik Bölgeler ekonomik kaynakların kullanım ayrıcalığı dışında uluslararası sulardır, isteyen savaş gemisi ya da sivil gemilerin geçişine bir kısıtlama konamayacağı gibi boru hatlarının geçişi de kısıtlanamaz. (Yani konu East-Med projesi karşısında koz kazandırmaz) Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, MEB’deki kıyı devletinin hak ve yetkilerini 56. Madde kapsamında diğer devletlerin hak ve yükümlülüklerine gereken özenin gösterilmesine de dikkat çekmiştir. Ayrıca 58. Madde kapsamında düzenleyerek, kıyıdaş devletin ilan etmiş olduğu MEB üzerinde 3. taraflara seyrüsefer serbestisi ve uçuş serbestisi ile denizaltı kabloları ve petrol boruları döşeme yetkisi bırakmıştır.

Zorlama ve çizerinin bile hukuken müzakere edilemeyeceğini itiraf ettiği Libya anlaşması ile Mısır-Yunanistan Anlaşmasını kışkırttıktan sonra şimdi daha da dezavantajlı şartlarda Akdenizdeki haklarımızı mı müdafa edeceğiz!

YUNANİSTAN’IN MAVİ VATANI DA AYNI MANTIKLA ÇİZİLMİŞ

Yayılmacı ve siyasal İslamcı dış politikalar milli yani ülke halkının çıkarları için yürütülen politikalar olarak kabul edilemez. Karada olduğu gibi denizlerde de milli politika kirli enerji kaynaklarına dayalı bir ekolojik cinayete dayanamaz. Barışçıl, ülke halkının ezici çoğunluğu yararına ve haklarına binaen halkçı bir Doğu Akdeniz siyaseti elbette mümkündür.

Meis’e ilişkin Yunan tezlerine karşı donanma seferber etmeye gerek yok zira yok hükmünde bu saçmalama karşısında kahkaha atmak yeterlidir. Zira Yunanistan adadaki bakkal rafının ihtiyaçlarını temin edebilecek bir durumda bile değildir. Keza Yunanistan’ın Lozan hilafına Ege Adalarını silahlandırması karşısında daha etkin bir politika yürütülmelidir. 200 millik Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarını çizmeye geçmeden önce bu silahlanma sorunu ardından yıllardır çözülemeyen 6-12 millik karasuları sınırlarına ilişkin sorunu çözmeye çalışılmalı. Buralarda yol aldıktan sonra Münhasır Ekonomik Bölge yani Mavi Vatan’ın en geniş sınırları konusuna geçebilirdik. Oysa tercih militarizmden ve saçmalamadan yana. Nedenini bilmiyor değiliz. Mavi Vatan artık çoğunluğu kaybetmiş, yönetemeyen, ülkeyi derin bir ekonomik krize ve yedi düvelle kavgaya sokmuş bir tekadam rejimine atılan can simididir.