Pırıl pırıl iki genç insan. Sadece adalet istiyorlar. İşlerini geri istiyorlar. Neden işlerinden edildiklerini bilmiyorlar

Sadece adalet isteyen insanlar…

Yargıçlar Sendikası Başkanı Mustafa Karadağ

Nuriye Gülmen, bir akademisyen, edebiyatçı. Selçuk Üniversitesi’nde kadrolu, Osmangazi Üniversitesi’nde görevli iken Berkin Elvan eylemine, Ali İsmail Korkmaz duruşmasına katıldığı için sözleşmesi yenilenmemiş. Açtığı davayı kazanmış, işine geri dönmüş ve üniversitedeki görevine başlamış. 679 Sayılı OHAL KHK’si ile de Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi iken “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı” olduğundan bahisle ihraç edilmiş.

Semih Özakça, Mardin ilinin Mazıdağı ilçesinde görev yapan bir sınıf öğretmeni. O da 675 Sayılı OHAL KHK’si ile “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı” olduğu iddia edilerek mesleğinden çıkarılmış.

Pırıl pırıl iki genç insan. Sadece adalet istiyorlar. İşlerini geri istiyorlar. Neden işlerinden edildiklerini bilmiyorlar. Bilinmez, zararlı bir “örgüt veya MGK’ca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplar[dan]” hangisine, ne zaman, nerede, nasıl, kimin aracılığıyla, “üyeliklerini, mensubiyetliklerini veya iltisaklı yahut irtibatlı” olduklarını bilmeden, hiç bir delil bildirilmeden işten atıldılar.

Üstelik yaşadığımız zamanların en tehlikeli örgütü de daha üç yıl önceye kadar siyasi iktidarın ortağıydı. Ortaklık edenler dışarıda, irtibatlı olduğu iddia edilenler cezaevinde yahut suçu söylenmeden, delilleri gösterilmeden, savunmaları alınmadan, yasa yolları işlemez kılınarak işten atılmış vaziyetteler.

Sağır sultanın duyduğu, bildiği üzere ihraç işlemleri hukukun evrensel ilkelerine, uluslararası sözleşmelere, Anayasaya, yasaya, tüzüğe, yönetmeliğe aykırı. Bunu yönetenler ve tasarruf sahipleri dahil herkes biliyor.

Ama, herkes görmezden, bilmezden geliyor. Onlar sadece adalet istiyorlar. Seslerinin duyulmasını istiyorlar. Onun için süresiz açlık grevi yapıyorlar. 66. günü tamamladılar, halen devam ediyorlar. Çünkü seslerini duyuramıyorlar. İktidar duymuyor, onların kalpleri mühürlü. Muhalefet de duymuyor, onların ki duyarsızlıktan.

Sadece onlar mı? Şu an cezaevlerinde neyle suçlandıklarını, aleyhlerine olduğu iddia edilen delilleri bilmeden binlerce insan tutuklu. Uzun zamandır dosyalarında hiçbir işlem yapılmıyor, zira toplanacak delil kalmamış, sadece elden geçiriliyorlar. Onlar da seslerini duyuramıyorlar.

17 Temmuz günü eşi ve çocuklarıyla görevde bulunduğu İngiltere’den Türkiye’ye dönen YARSAV Başkanı Murat Arslan da kanıtsız, savunmasız, kim olduğu, ne olduğu bilinmeyen bir gizli tanık ile beyanları hiçbir somut delil ile denetlenemeyen bir i(f)tira(f)çının ifadesine dayalı olarak KHK ile ihraç edilmiş durumda ve kaçma şüphesi nedeniyle sekiz aydır tutuklu. İsmini burada sayamayacağım onlarca yargıç, savcı, akademisyen, gazeteci, sanatçı da aynı şekilde ya işinden edilmiş ya da tutuklanmış durumda

Semih Özakça'nın Twitter hesabında “Ne ah edin dostlar, ne ağlayın. Dünü bugüne bugünü yarına bağlayın” yazılı.

Dünü bugüne bağlayacağız bağlamasına ya, nasıl bağlayacağız? Düşüncelerin bağlamından koparıldığı, olayların ekseninden kaydırıldığı, hak, hukuk, adalet, yargı bağımsızlığının ortadan kaldırıldığı, tarafsızlığın ise iki yıl sonraya ertelendiği, duyarsızlıkların itidale dönüştürüldüğü, sokakların eylemsizleştirildiği bir zamanda yaşıyoruz.

Mekanlar ise bariyer ve polisler ile çevrili.

Kuşkusuz polislerin sendikası olsaydı, bu kadar merhametsiz olmazlardı. Örgütleri hukuksuz emirlere karşı onları korurdu. Yargıç ve savcılar bağımsız olabilselerdi, hukukçuluğa dair olanın kahramanlık değil şövalyelik olduğunu unutmazlardı. Barolar, savunmanın önemini kavrayabilselerdi soruşturması dahi yapılmamış soruşturmaların mahkumiyet sayılmayacağının farkına varabilirlerdi. İktidar sahipleri ise birazcık inançlı olsalardı, her zaman örnek aldıklarını söyledikleri Hz. Ömer gibi “adalet isteyenlere karşı merhametli” olurlardı.

Ve en son bizler, sivil toplum örgütü temsilcileri, eşitlik ve özgürlük, demokrasi mücadelecileri eylemsizliğin, suskunluğun yokoluşun başlangıcı olduğunu bilir ve her an Nuriye Gülmen ve Semih Özakça›nın şahsında tüm hukuksuzluk mağdurlarının arkalarında değil yanında dururduk.