Kimse kalkıp, “Zaten yaşadığımız zamanın dışına çıkamayız, başka bir dönemde yaşayamayız ki” demiyor. Tersine, “Anı yaşamak gerek” dedikçe, çok derin bir söz ettiniz diye övüyorlar.

Sadece anı yaşama!

ZAFER KÖSE

Hazır mısınız? Daha önce düşünemediğiniz, hayatın önemli bir sırrını açıklıyorum size: Hey dostum, geçmişi boş ver, geleceği düşünme, anı yaşa!
Nasıl? Beğendiniz değil mi? Son yıllarda okur, kendini zorlayan, sorgulatan, gerçek anlamda düşündüren değil de, zaten kafasında oluşmuş kanaatleri onaylayan yazıları pek bir sever hale geldi. Yazının girişinde böyle bir söz edersem, beni de bir tık “beğen”irsiniz belki. Bir like atarsınız…


İlginç biçimde, “ezber bozan” gibi nitelemelerin en çok karşılık gördüğü bir dönemde, sıradan ve yüzeysel görüşler birçok insanı kendine çekiyor. “Ezber bozan” diye ezberlenmiş sözler tekrar edilip duruyor. “Anılarda yaşama, içinde bulunduğun anda yaşa!” gibi sloganlar da öyle; sanki çok özgünmüş gibi, ilk kez söyleniyormuş gibi bir havda, her yerde karşımıza çıkıyor.

Böyle düşünenler, dile getirdikleri bu tür sözlere “slogan” demiyorlar tabii, “motto” diyorlar. Çünkü “slogan” kavramı, ezberlenmiş görüşlerle pek uyumlu durmuyor. Ne o öyle! Ortak amacı olan insanların birlikte hareket etmesi, bir araya gelmesi falan gibi şeyleri çağrıştırıyor! Geçmişin birikimlerinden faydalanmak, üzerine yeni değerler eklemek… Kim uğraşacak bunlarla? “Motto” sözcüğünü kullanmak daha iyi. Kendinizi eşsiz hissettirecek ama aslında sıradan sözler etmeye daha uygun bir kavram bu. “Kimseye benzeme, kendin ol!” Öyle ya, dünyada sizden bir tane daha yok. Eşsizsiniz siz. Ayrıca duyarlı bir insansınız, tek başına da kalsanız direnirsiniz. Hiçbir iktidarla, hiç kimseyle uyumlu bir hareket içinde yer almazsınız. Hayat zaten tek başına yaşanan bir süreçtir, değil mi? İyi de, böylesine aykırısınız, marjinalsiniz, tutunamayansınız, nasıl oluyor da memlekette on milyonlarca kişinin, dünyada milyarlarca insanın ezberlediği sözleri tekrarlıyorsunuz?

Olsun, acayip de muhalifsiniz ama bu hayata. Mesela bir Gezi Parkı Ayaklanması falan olursa katılırsınız. Oraya gider, diğer eylemcileri “Aman örgütlerin peşine takılmayın!” diye uyarırsınız. “Buraya siyaset bulaştırmayın!” diye bağırırsınız. Gerçi o eylemlerde birlikte mücadele ettiğiniz, çarpıştığınız, canını kaybedenlerin hepsi, istisnasız hepsi örgütlü insanlardır. Zaten o ayaklanma da, öncesinde aylarca yürütülen kararlı ve örgütlü bir direniş üzerine başlamıştır, bu memleketin başkaldırı geleneğinden beslenmiştir. Boş verin şimdi, bu açıdan bakıp da aklınızı karıştırmaya gerek var mı? Sonra “ezber bozan” diye ezberlediğiniz sözleriniz kaçıp gider, aykırılığınız kaybolur.

Aslında ara sıra birileri çıkıp “Bu dünyada senden beş on tane daha var” dese ne iyi olur değil mi? Veya birileri zamanı geri almayı, gidip geçmişte yaşamayı önerse. “Bugün ne yaşadığınla ilgilenme, sürekli geleceği düşünerek yaşa” diye akıl verse birileri… Yani, böyle karşıt görüşler yokken, sürekli anı yaşamayı önermek, her kişinin eşsizliğini falan anlatmak da biraz tuhaf oluyor ya, o nedenle söylüyorum.

Neyse ki kimse kalkıp, “Zaten yaşadığımız zamanın dışına çıkamayız, başka bir dönemde yaşayamayız ki” demiyor. Tersine, “Anı yaşamak gerek” dedikçe, çok derin bir söz ettiniz diye övüyorlar. Başka bir açıdan bakınca, kimse itiraz da edemez, bu “ezber bozan” sözlerinizin doğruluğuna. Anı yaşa derken, geçmişe veya geleceğe gidip yaşama seçeneğine karşı çıkmıyorsunuz. Yani öyle bir seçenek olmadığını tabii ki biliyorsunuz. Geçmişe takılıp kalmak veya yaşanmakta olan günü değerlendiremeden hayallerle dalmak gibi konularda uyarıyorsunuz.

E, doğru yönleri olmasa, bu sözler bu kadar onaylanır mıydı, bu kadar yaygınlaşır mıydı? Gerektiğinde tek başına doğruları savunmak, rüzgâra karşı yürümek, kimseyi taklit etmeden özgün bir kişilik geliştirmek, bunlar sahiden yüce tavırlar olmasa, size bu kadar marjinal imaj yaratma olanakları sağlar mıydı?

Bunlar zaten söylenmiş ve çok yaygın biçimde onaylanmış sözler. Eski Yunan filozoflarından Hayyam’a, Mevlana’dan fabrikadaki Kenan’a, okuldaki Necla’dan apartmandaki Ayten’e böylesine benimsenmiş görüşleri neden hâlâ bazı yazarlar dergilerde, söyleşilerde anlatıp duruyor?

Bu “muhalif” havası yaratan görüşler ve iktidarlara “aykırı” gibi görünen tutumlar, aslında dünya okuryazar insanlarının zihninde bir iktidar kurmuş durumda. Kaynağını ise büyük ölçüde Frankfurt Okulu’ndan aldığını söyleyebiliriz.

Dünyada faşizmin yükseldiği, insanların kitleler halinde Hitler gibi liderlerin peşine takıldığı yıllarda Theodor Adorno, Herbert Marcuse, Erich Fromm, Walter Benjamin gibi bilim insanlarının önemli çalışmalar yürüttükleri bir toplumsal araştırma enstitüsüydü Frankfurt Okulu. Kültürel alanda dünyada bir kitle iletişim egemenliği başlıyordu. Tüketim toplumu olgusu, kapitalizmin yeni aşaması olarak ortaya çıkıyordu. Öyle bir dönemde, öyle ortamlarda, bu büyük düşünürler, insanlığın çok önemli bir değeri olan bireyselliği öne çıkarıyorlardı.

Hemen hepi Marksistti ve hümanist geleneğe bağlıydılar. Elbette dünyanın bütün emekçilerinin birleşmesi gerektiğine inanıyorlardı. İnsanların emeğine sahip çıkarak ve yarattıkları her türlü değeri kendileri yöneterek, hayata yabancılaşmayı aşabileceklerini düşünüyorlardı. Ve yaşadıkları günlerde ortaya çıkan cephelerde somut biçimde taraf olarak yer alıyorlardı. İnsanların kafasını kiraya vermemesinin, özgür düşünebilmenin, çoğunluğa uyum sağlamadan kişisel farkları yaşatmanın önemini anlatıyorlardı.

Tarihin büyük acılarının yaşanması ve bu düşünürlerin etkili çalışmaları sonucunda, anlattıkları o görüşler, sonraki on yıllarda büyük ölçüde benimsendi. Doğru söyledikleri kesinleşti. Hatta pop kültürü tarafından görüşleri adeta emildi. Öyle ki, bu düşünürleri hiç okumamış, belki adını bile duymamış birçok insan, onları çarpıtarak prim yapan piyasa yazarları sayesinde, “ezber bozan” diye bireyci ve yüzeysel düşünceleri ezberledi.

Tüm dünyanın okuyan yazan insanları gibi bizlerin de kaynaklarından biridir, Frankfurt Okulu. Ama özgürlük ve eşitlik mücadelesinde onların 1930-1970 döneminde geçerli söylemlerini öne çıkarmak, aslında onları anlamamaktan kaynaklanıyor.

Elbette dünyada körü körüne bazı inançların peşine takılma sorunu devam ediyor. Hele Türkiye’de, tuttuğu futbol takımından bile “biz” diye söz eden insanlar olarak yaşıyoruz. Ama yaşadığımız dönemin iktidarları karşısındaki temel sorunumuz bunlar değil. Hiç de azınlık sayılamayacak miktarda insanın laiklik, emek değerleri, çağdaş yaşam gibi konularda ortak talepleri olduğu halde etkisiz kalmasıdır, öncelikli sorunumuz. Çünkü insanlığın ve memleketin sınıfsal ve kültürel değerlerini yaratan büyük mirastan da kopuk yaşıyoruz. Anlık tepkilerle yaşıyoruz.

İnsanların sürüleşip yobaz güçlerin peşine takılmasına karşı geliştirilen kişinin eşsizliği ve anı yaşamanın önemi gibi söylemler, poplaşarak, tutucu iktidarların sürekliliğini sağlar hale gelmiş durumda.

Özelikle edebiyat ve düşünce alanında kolay yoldan “beğen”i almak uğruna okura ezberletilen öyle “ezber bozan” laflara itibar etmeyiniz. Dayanışmayı önemseyiniz. İlle de aynı dünya görüşünde buluşmak şartını aramadan, en azından bazı ortak talepler için, birlikte hareket etme iradesi yaratınız. Dünyanın her türdeki işçileri olarak birleşiniz.