“Mücadelenin yoğun yaşandığı dönemler aynı zamanda olayların seyrinin hızlı değiştiği, buna bağlı olarak da iyi ve kötü duyguların birbirini takip ettiği dönemler oluyor.”

Sadece kaybettiklerimizi değil yaşayanları da onurlandırmalıyız
Mutlu Arslan

DOĞUŞ SARPKAYA

Uşak’ta devrimci mücadelenin anlatıldığı kolektif bir çabanın ürünü olan Hepimizin Hikâyesi geçen günlerde Sol Kültür Yayınları tarafından yayımlandı. Büyük bir emek vererek kitabı yayına hazırlayan Mutlu Arslan’la kitabın ortaya çıkış süreci ve içeriği üzerine konuştuk.

Öncelikle bu kitap fikrinin nasıl ortaya çıktığı konuşmalıyız sanırım.

12 Eylül öncesi devrimci mücadele içinde bulunmuş herkesin kafasında bir kitap fikri var galiba. Artık belirli bir yaşa gelmiş o devrimci kuşak, yaşadıkları tarihsel deneyimin başkaları tarafından, özellikle de yeni nesiller tarafından bilinmesini istiyorlar. Bunu anlamak mümkün aslında… Çok uzun yıllar boyunca, önce darbeciler, ardından liberaller ve nihayet İslamcılar tarafından 12 Eylül öncesine ilişkin gerçeklikle ilişkisi olmayan çarpıtılmış bir tarih anlatısı yaratıldı. Bu anlatıdaki devrimciler ve devrimci örgütler, “12 Eylül öncesindeki bir daha asla geri dönülmemesi gereken kötü günlerin” sorumlusuymuş gibi yansıtılıyor. Oysa o tarihin parçası olanlar gerçeğin bambaşka olduğunu biliyor ve bu çarpık anlatıya karşı yaşadıkları “gerçeği” anlatmak istiyor. Egemenlerin anlatısına karşı, mücadele edenlerin tarihini kayıt altına alarak gelecek kuşaklara bırakma çabası olarak görülebilir. Belki biraz da bugüne kadar o dönemdeki mücadeleyi aşan bir deneyim ortaya çıkmadığı için, o tarihin parçası olmaktan duydukları gururu da paylaşmak istiyor olabilirler. Son 10 yılda devrimcilerin anı kitaplarının bu denli artmasını buna bağlıyorum. Uşak kitabının ortaya çıkışında da bu bahsettiğim çaba ve dürtünün çok büyük bir etkisi olduğu söylenebilir.

Kitabın muadillerinden farkı, mücadele içinde yer almış çok fazla kişi ile birlikte kotarılması diyebilir miyiz?

1975-1981 yılları arasında Uşak’taki Devrimci Gençlik-Devrimci Yol hareketinin örgütlenmesini ve mücadelesini ele alan “Hepimizin Hikayesi”, o dönemde birlikte mücadele etmiş devrimcilerin ortak tarihlerine ilişkin tanıklıklarına dayanan bir kitap. Bu kitabın bugüne kadar yayınlanan diğer anı kitaplarından ayrılan en önemli tarafı, başından sonuna kadar kolektif bir çabayla ortaya çıkması oldu. Başlangıçta doğrudan bir kitap hazırlamaya dönük olmayan bu çalışmaya katılan herkes, Uşak’taki mücadelenin ancak kolektif olarak anlatılabileceğini ve ancak kolektif olarak anlatıldığında gerçek anlamını ve zenginliğini yansıtabileceğini düşünüyordu. Bu anlayışla, tarihe kayıt düşmek amacıyla başlayan sohbetler zaman içinde kitaba dönüştü.

1980 öncesi Uşak’ın Türkiye’deki devrimci mücadelede özel bir yeri var. Buna rağmen üzerine az konuşulan bir deneyim. Yazılı kaynak da yok denecek kadar az.

Senin de dediğin gibi Uşak, 12 Eylül öncesinde Devrimci Yol örgütlenmesinin ve mücadelesinin en güçlü olduğu yörelerden birisi. Buna rağmen Uşak’taki deneyimin az konuşulduğu da bir gerçek. Öte yandan üzerine az konuşulan sadece Uşak’taki mücadele değil. Devrimci Yol’un o dönemdeki toplumsal etkisi üzerine de bugüne kadar yeterince konuşulduğunu, yazılıp-çizildiğini düşünmüyorum. O döneme ilişkin gerek tarihsel gerek akademik çalışmaların “Devrimci Yol’un dönemin en kitlesel örgütü olduğu” tespitini aşarak, Devrimci Yol’un yarattığı siyasal-toplumsal etkileri görünür hale getirebildiğini söylemek mümkün değil. En bilinen “Fatsa” deneyimi bile neredeyse belediye faaliyetleriyle sınırlı biçimde ele alınıyor. Oysa Devrimci Yol bu ülke tarihinde iz bırakmış, bu ülkedeki toplumsal muhalefetin seyrini değiştirmiş, halkın gündelik yaşamını etkilemiş bir hareket. Bu anlamıyla “Hepimizin Hikayesi”nin sadece Uşak’taki mücadeleyi bilinir hale getirmesi bakımından değil, Devrimci Yol hareketinin etkin olduğu yörelerdeki toplumsal-siyasal-gündelik hayata etkilerini göstermesi bakımından da çok önemli bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Özellikle köylerde yaratılan deneyimlerin anlatıldığı bölüm, bugüne kadar hiç kimsenin bilmediği, hiç kimsenin dikkat çekmediği müthiş bir toplumsal dönüşüm pratiğini açığa çıkartması bakımından benzersiz bir kaynak niteliğinde. Bundan sonra Devrimci Yol’a ilişkin hiçbir tarihsel-akademik çalışma, bu kitaba referans vermeden yazılmayacak.

Uşak’ta hayatın her alanında bir dönüşüm gerçekleşmiş. Bunların hepsini kitaba almayı başarmışsın. Eminim bir sürü ayrıntı da dışarıda kalmıştır. Anlatılan onca şey içinden seçme yaparken nelere dikkat ettin?

O dönemde Uşak’taki mücadele pek çok farklı zeminde aynı anda ve birbiriyle sıkı sıkıya ilişkili biçimde yürütülmüş. Devrimci Yol dergisi sayfalarında sıklıkla dile getirilen “en geniş kitle içinde, en dar kadro çalışması” anlayışının gerçek anlamda hayata geçirildiği yerlerden birisi diyebiliriz. Okullarda, mahallelerde, fabrikalarda, sendikalarda ve köylerde eşgüdüm içinde yürütülen, çok yaygın ve kendi içinde tanımlı sorumlulukları içeren bir örgütsel yapıyla karşı karşıyayız. Bu kadar yaygın bir örgütsel yapıyı ve mücadele birikimini hakkını teslim ederek kitaba almak en zorlandığımız şey oldu. Özellikle işçi örgütlenmesi ve kamu çalışanlarının mücadelesine ilişkin kısımları neredeyse özetleyerek geçmek zorunda kaldık diyebilirim. Kitabın ana omurgası şehir merkezinde yürütülen antifaşist mücadele ve köylerde yaratılan sosyal-siyasal pratiklere dayanıyor.

Yeri gelmişken sorayım. Kaç kişi katıldı kitapla ilgili toplantılara ve özellikle dikkat ettiğiniz bir husus oldu mu o dönem üstüne konuşurken?

O dönemde Uşak’ta farklı alanlarda sorumluluk üstlenmiş, hareketin parçası olmuş 51 kişi kitaba katkı verdi. Bununla birlikte kitap bu kişileri değil, bu kişilerin parçası olduğu ortak mücadeleyi eksenine alarak ilerliyor. Kimseyle mücadelenin başından sonuna kadar uzanan derinlemesine bir mülakat yapılmadı. Anlatıcılardan beklentimiz yaşanan olaylara ilişkin tanıklıklarıydı. Bu tercih nedeniyle bireysel anıları ve kişisel yorumları mümkün olduğunca azaltmak zorunda kaldık. Bu durum bazı konularda derinleşmemizi engellese de toplamda çok daha kolektif bir anlatı ortaya çıktı. Bu kolektif anlatıda daha fazla yer veremediğim için hayıflandığım tek konu kadınların mücadele içindeki yerine yeterince değinmemek oldu. Ortak sohbetlerde kadınlar ne yazık ki daha az söz aldılar ve bu durum kitabın içeriğine yansıdı.

Kitap bir taraftan bir dönemin nesnel anlatımına yönelmiş durumda ama diğer tarafıyla oldukça duygusal bir tınısı da var. Burada da bir denge tutturmak gerekti mi?

Mücadelenin yoğun yaşandığı dönemler aynı zamanda olayların seyrinin hızlı değiştiği, buna bağlı olarak da iyi ve kötü duyguların birbirini takip ettiği dönemler oluyor. Üstelik geçmişte yaşanan uç duygular bellekte daha kalıcı izler bıraktığı için kaçınılmaz olarak neşeli ve hüzünlü anılar arasında salınan bir hikâye ortaya çıktı. Neticede okuyucu da bu duygular arasında gidip gelerek, kimi zaman yüzünde bir tebessümle kimi zaman gözünde bir damla yaşla kitabı tamamlıyor. Kuşkusuz hikâyenin en hüzünlü bölümleri mücadele içinde kaybedilen arkadaşlara ilişkin anlatımlardı. Bu anıları dinlerken kaybedilen arkadaşlara duyulan özlem kadar, onlara karşı bir mahcubiyetin de hayatta kalmış olmanın mahcubiyetinin de yaşandığını gözlemledim. Bu özlem ve mahcubiyet duygusu kaybedilenlere karşı büyük bir özen ve yüceltme duygusu ortaya çıkartırken ne yazık ki aynı duyguları yaşayanlardan esirgiyoruz. Bunun biraz haksızlık olduğunu, o mücadelenin parçası olmuş herkesin mücadelenin şanıyla payelendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Devrimcilerin anılarında sıklıkla karşımıza bugünden bakarak yapılan geçmiş değerlendirmeleri çıkar. Bunlardan özellikle kaçınmayı nasıl başardın?

Bu bahsettiğin geçmişe yönelik anakronik değerlendirmeler aslına bakarsan anı kitaplarını okurken hepimizi en çok rahatsız eden şeyin başında geliyor. Bugünün ayrışma ve saflaşmaları üzerinden geçmişin yargılanması, geçmişe yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisi. Kitapta bundan kaçınabildiysek eğer bunu sağlayan çalışmaya katılan isimlerin sağduyusu olmuştur. Belki de kalabalık bir grupla bu çalışmayı yürütmek bu tür değerlendirmeler konusunda katılımcıları daha ölçülü olmaya zorlamış olabilir. Eğer öyleyse bu yöntem bundan sonra yapılacak böylesi çalışmalar açısından da yol gösterici olmalı. Öznellikten kurtarılmış, siyasal hesaplardan arındırılmış, bugünün sorunlarını dün üzerinden çözmeye çalışmayan bir geçmiş bilgisine çok ihtiyacımız var. Bunu da ancak kolektif bir akıl ve çabayla ortaya çıkartabiliriz.

Uşak kitabından sonra farklı yörelerden kitap hazırlama talepleri gelecek gibi duruyor. Önümüzdeki dönemde yeni çalışmalar yapmayı planlıyor musun?

Türkiye’nin her yanında az bilinen çok özgün mücadele deneyimleri var. Sol Kültür Yayınları olarak bu deneyimleri yazılı hale getirmek, geniş kitlelerle buluşturmak en büyük isteklerimizden birisi. Bunun için bir yayın danışma kurulu oluşturduk. Farklı bölgelerdeki arkadaşlarımızla bu doğrultuda görüşmelerimiz sürüyor. Uşak kitabında ortaya koymaya çalıştığımız kolektif çalışma tarzı bundan sonraki çalışmalarımız açısından da esas olacak.