Google Play Store
App Store

İnsanlar basit buldukları, kullanımlarının kolay olduğu araçlara ve yazılım alanı için uygulamalara yönelmeye devam edecek. Duygusal sistemimiz bizi buna itiyor.

Sadeleşme, basitleştirme

Tolga Mırmırık@mirmirik

Günümüzde, kullandığımız telefon internet ya da bilgisayar uygulamalarında ortak özellik olarak öne çıkan kavramlardan birisi olan sadeleştirme (ya da basitleştirme) bir önceki yazıda ele aldığımız ve özünde özgürlüklerimize ket vuran “Seçeneklerin Paradoksu”na bir cevap niteliğinde.

Seçeneklerin paradoksunda, önümüze konulan ve bizden seçim yapmamız beklenilen olasılıklar arttıkça seçim yapamıyor olmamız ya da yaptığımız seçimden sonradan pişman olmamız olasılığı artıyordu. Sadeleştirme de buna bir çözüm olarak geliştirilmiş bir yöntem.

Türkçe’de “basitleştirme” ya da “basitlik” kavramları negatif algılansa da yazılım uygulamalarında ya da gelişmiş ürün tasarımlarında tam tersi bir özelliğe sahip. Bir ürün ya da uygulama ne kadar basitse o kadar fazla kullanıcı bağlılığı yaratmakta. Bu kavram aynı zamanda “kullanıcı deneyimi” adı verilen ve günümüz uygulamalarının odağında olan bir özelliğe de evrilmiş durumda. İnsan odaklı tasarımların tarihi M.Ö. 4000’li yıllardaki Çin Feng-Shui ve M.Ö. 500’lü yıllardaki Antik Yunan’daki “boşluğun önemi” kavramlarına kadar gitmekte. Hipokrat’ın ünlü “cerrahın laboratuvar tasarımı” ya da 1900’lü yıllarda (her ne kadar işçi karşıtı olduğu düşünülse de) Frederick Winslow Taylor’ın iş ortamı tasarımları tamamen sadeleştirme ve basitleştirme üzerine kurulmuş tasarımlar.

İnsanları anlamak 

Sadeleştirme, herhangi bir ürünün ya da yazılım dünyasına bakarsak bir uygulamanın anlaşılır ve kullanılabilir olmasını arttıran bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Bir uygulamayı nasıl kullanacağımızı anlamak için ne kadar çok zaman harcarsak o uygulamayı kullanma olasılığımız o kadar düşmekte. “Kullanıcı Deneyimi (UX)” tanımını 1990’lı yılların başında dünyamıza sokan Don Norman’ın ünlü kitabı “Gündelik Şeylerin Tasarımı”nda dediği gibi, “insanları anlamak makinelerin ve onları tasarlayanların görevidir. Makinelerin keyfi, anlamsız emirlerini anlamak bizim görevimiz değil.” Bu olgudan hareketle, 1990’lı yıllar sonrası yapılan uygulama ve ürün tasarımlarının birçoğu öncesine göre çok daha basit hale gelmeye başladı. Bu olguyu kavrayamayan tasarımcılar ve ürün geliştiriciler ise gelişmelere karşı kendilerini koruyamadılar. Ya yerlerinde saydılar ya küçülmek zorunda kaldılar ya da piyasadan silindiler ve artık adları bile hatırlanmıyor.

Basit şekilde ve yazılım dünyasından değil de günlük eşyalar üzerinden örneklemek gerekirse, evlerimizdeki kahve makinesinde 30 tuş ve 50 farklı kahve yapma seçeneği varsa bu sizin kahve içme isteğinizi kıran bir durum olarak ortaya çıkmakta (Seçilim paradoksu etkisi). Sütlü mü sade kahve mi içeceğimizi soran bir makine ise çok daha kullanım alanı bulmakta. Ya da hemen herkesin evinde olan TV kumandasına göz atmanız da basitleştirmenin önemini anlayabilmek için yeterli bir örnek. En çok kullanılan tuşlar ses açma kapama ve programlarda ileri geri gitme tuşları. Oysa TV kumandalarında ne işe yaradığını bile bilmediğimiz onlarca tuş bulunuyor hala ve kafa karışıklığına yol açıyor.

Ana hedef 

Uygulamalar, ürün tasarımları, web siteleri ya da etkileşime girdiğiniz her ne ürün varsa, bunların tasarımlarında asıl amaç her zaman kullanıcının ihtiyaçlarını belirlemeye yönelik olmak zorunda. Harvard Business School pazarlama profesörü Theodore Levitt bir keresinde şunu belirtmişti: “İnsanlar 1 cm’lik bir matkap satın almak istemiyor. 1cm’lik bir delik istiyorlar! Ancak Levitt’in hedefin aslında bir delik olduğunu ima eden örneği yalnızca kısmen doğrudur. İnsanlar matkap almak için mağazaya gittiklerinde asıl amaçları bu değildir. Peki neden biri 1cm’lik bir delik istesin ki? Bunun bir ara hedef olduğu açıktır. Çok açık ki, insanlar duvara raf ya da tablo asmak istiyorlar.

İnsanlar basit buldukları, kullanımlarının kolay olduğu araçlara ve yazılım alanı için uygulamalara yönelmeye devam edecek. Duygusal sistemimiz bizi buna itiyor. Ancak duygu hâlâ oldukça küçümseniyor. Aslında duygusal sistem, bilişle birlikte çalışan güçlü bir bilgi işleme sistemi. Biliş dünyayı anlamlandırmaya çalışır: Duygu değer atar. Bir durumun güvenli mi yoksa tehdit edici mi olduğunu, meydana gelen bir şeyin iyi mi kötü mü, arzu edilir mi değil mi olduğunu belirleyen duygusal sistemdir. Arzu edilecek ürünler artık bizi uğraştırmayacak, kolay anlaşılır, basit şekilde kullanılabilecek ürünlerden geçiyor. Hiçbirimiz bir alışveriş web sitesine girip yirmi adımda bir ürüne erişmek ya da bir haber sitesine girip otuz tıklama ile bir yazıya ulaşmak istemiyoruz.

Basitleştirilmiş, sadeleştirilmiş, zorluklardan ve engellerden uzak bir hafta olsun. Bağımsızlık mücadelemizin ateşinin yakıldığı ve sonunda özgürlüğe ulaştıran 19 Mayıs günümüz kutlu olsun.