Geçtiğim

Geçtiğimiz Pazartesi akşam 10'da yoldayız, SEKA'ya doğru. Kimya Mühendisleri Odası'ndan eski sendikacı bir arkadaşım, bir başka eski sendika uzmanı ve kameralarıyla iki üniversiteli arkadaş. Heyecanlıyız. Olası gelişmeleri, direnişin nereye varacağını konuşuyoruz.

Konu konuyu açıyor, "15-16 Haziran'da neredeydin" diye soruyorum ben yaşlardaki eski sendikacıya. Karabük'teymiş; diğerleri ise doğmamış henüz 1970'de. Onlara, İTü'ndeki yıllardan dostum Çetin Uygur'un (Dev Maden-Sen Genel Başkanı) geçenlerde anlattığı bir 15-16 Haziran hatırası aktarıyorum: Olaylar yatıştıktan sonra Kartal İşçi Birliği'ne giden Çetin tanıdığı işçilerden birine rastlar ve başına bir şey gelip gelmediğini sorar. Bir süre konuştuktan sonra işçi, "Çetin ağbi, yahu OLUYOR sandık" der. 15-16 Haziran ayaklanmasından 35 yıl sonra sendikal hareketin durumu malum. Bir yandan, 'sendikalar sadece ekonomik mücadele örgütüdür' diye diye muazzam bir siyasetsizleştirme süreci yaşanırken, IMF'cilik de aldı başını gitti. Sendikalar bırakın büyümeyi, küçüle küçüle en sıradan hakları bile savunamaz hale geldi. İşte böyle bir güçlüksüzlük döneminde SEKA'lı işçilerin fabrika işgali, hepimizi heyecanlandıran direnişi ayrıca önem kazanıyor.

***

Gece yarısına doğru fabrikadayız. Heyecanımız mesnetsiz değilmiş. Anlatılacak gibi değil manzara. En çarpıcı olan her düzeydeki yaratıcılık ve kararlılık. İşçilerin ürünleri, üretim süreçleri ve de araçları ile olan ilişkileri ete kemiğe bürünmüş. Kağıttan odalar, evcikler ve bunların makinelerle iç içe geçmişliği. Bu mekanların içinde, dışında, avlularındaki hayatlar. Kurulu sofralar, muhabbet. Bizim de katıldığımız gece yarısı demli çay sefası. Özelleştirme denen, adından amacı aşikar süreci içinden yaşayanlar öfkeli. İşçilerden biri 1 ve 2 No.lu makinelerin bulunduğu binada 1. makinenin nasıl gözlerinin önünde sökülüp özel sektöre sunulduğunu anlatıyor. İşte SEKA'nın resmi web sitesinden marifetmiş gibi duyurulan (dili bile bozuk) karar: "Yönetim Kurulu'nun 16.07.2004 tarih ve 90 sayılı kararı ile, atıl ve verimsiz olan I no'lu kağıt makinası Doruk Kağıt San. ve Tic. A.Ş'ne satılmasına karar verilmiştir. " Makine deyince aklınıza ne gelir bilemem. Şurası muhakkak ki, 100 küsur metre uzunluğunda her türlü kartondan, 2002'dekiler dahil her türlü seçim pusulasını üretmeye kadir bu devasa üretim aracını tahayyül etmek zor. Hani bu makineler çağ dışı idi. Bu teknoloji ile SEKA'nın rekabet edebilmesi imkansızdı. Karara bakın: "atıl ve verimsiz"miş satılan makine. Tek kelimeyle palavra. 1 No'lu makine bugün Doruk şirketinde kağıt üretiyor ve de ihracat bile yapabiliyorsa, hala 2 No'lu makineye sahip SEKA'nın aynı şeyi yapamamasının iktisadi bir gerekçesi olabilir mi? Tabi ki olamaz. Kaldı ki, "atıl ve verimsiz" makineyi sermaye niye satın alsın? Enayi mi bu adamlar?

***

İşçiler, arka çıkanlar şov yapıyormuş. Öyle buyurdular. Bir şov yapan varsa, o da özelleştirmeciler. Onlar kendilerini bilir. Özü politik olan kararlarını mesnetsiz ekonomik gerekçelerle süsleyip püsleyip, sermayeye gözümüzün önünde çektikleri kıyağı örtmeye çalışıyorlar. Bu kıyaklar ne kadar işçiler üzerinden siyaset yapmak ise, o siyasetin karşısına dikilen kahraman SEKA'lı işçiler de, hem de kendi adlarına o kadar siyaset yapıyorlar. SEKA işçilerinin mücadelesi kendilerini aşan ve Türkiye'nin geleceğini belirleyebilecek mana ve ehemmiyette bir siyasi tavrın ifadesi. Hepimizin desteğine ihtiyaçları var.

Gün safları sıklaştırma günü. * Yukarıdaki yazı gönderildikten sonra gelen haberlere göre merkezî hükümet SEKA'yı satma kararını geri çekip, fabrikayı İzmit Belediyesi'ne işletmesi için devretme önerisi yapmış. Bu öneri de işçiler tarafından kabul edilmiş vaziyette. Bence, yazının başlığı ve gösterdiği hedef hala geçerli. Belediye'nin ilerde ne yapacağı belli olmaz. Öte yandan, tabii ki SEKA direnişinin bu aşamada kazandığı başarının da sahiplenilmesi ve örnek alınması gerekiyor.