Almanya‘da aşırı sağ geçmişte de şiddete başvuruyordu. Ancak bu şiddet özellikle birleşmenin ardından daha da arttı. 1990‘dan günümüze sağ terör sonucu yaşamını yitirenlerin sayısı 200‘ü aşıyor

Sağ terörden faşizme

Gürsel KÖKSAL/Frankfurt

Almanya‘da sağ terör, fanatik bir ırkçının geçtiğimiz hafta aralarında Türkiye kökenlilerin de yer aldığı dokuz genç insanı katletmesiyle yeniden gündemde.

Almanya‘nın ortasındaki Hanau kentinde meydana gelen katliamı gerçekleştiren kişinin tek başına hareket ettiği ve muhtemelen ruhsal problemleri olduğuna dair bulgulara rağmen, olay başta Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier olmak üzere yetkililer tarafından bir “sağ terör“ eylemi olarak tanımlandı.

sag-terorden-fasizme-695210-1.Başbakan Angela Merkel de katliamın ardındaki ırkçılık ve nefretin tüm toplumu tehdit eden bir zehir olduğunu vurguladı. Böylece devletin en üst düzey yetkilileri, ülkenin karşı karşıya olduğu sorunun adını açıkça dile getirmiş oldular. Doğrudan devlet görevlilerini, tanınmış kişileri ya da siyasal karşıtlarını değil, başta göçmenler olmak üzere genellikle toplumsal azınlık mensubu ve siyaset dışındaki insanları hedef alan aşırı sağcı şiddetin “terör” olarak tanımlanmasının güvenlik organlarının bu konudaki pratiğini ne düzeyde etkileyeceği önümüzdeki dönemde görülecek.

HEDEF İÇ SAVAŞ MI?

Federal İçişleri Bakanı Horst Seehofer, kısa bir süre önce Almanya‘da 24.000 aşırı sağcı bulunduğunu ve bunların yarısından fazlasının şiddete yatkın ya da hazır olduğunu açıklamıştı. Son istatistiklere göre bu sayılar daha artmış durumda. Aşırı sağcılarca işlenen şiddet suçlarının sayısı da artıyor. Bu suçların faillerinin ya da küçük gruplar halinde örgütlenip, terör eylemlerine hazırlanan neo-nazi çetelerin yakalattığı ateşli silahların sayısı da...

Sağ terör örgütlerinin ya da bireysel hareket eden sağcı teröristlerin, gerçekleştirdikleri ya da gerçekleştirmeyi planladıkları şiddet eylemleriyle Almanya‘yı kaosa sürükleyip, bir iş savaşı hedeflediklerini ileri sürenler var. Son zamanlarda yaşanan saldırılar gerçekten böyle bir strateji doğrultusunda mı gerçekleştiriliyor? Kimilerine bu olasılıklar gerçek dışı geliyor. Ancak başta Hanau‘daki olmak üzere son zamanlardaki sağ terör eylemlerinin faillerinin sosyal medya aracılığıyla yayınladıkları eylem gerekçeleriyle, önemli bir siyasal güç haline gelen aşırı sağcı parti AfD‘nin (Almanya İçin Alternatif) yürüttüğü yabancı düşmanı, ırkçı propagandası arasındaki paralellikler ortada. Aralarında organik bağlar olmasa da, hem sağcı teröristlerin, hem de AfD‘nin taraftarları ve yöneticilerinin önemli bir bölümünün aynı ideolojiden beslendiği, ülkedeki göçmen kökenlilere, sığınmacılara ve diğer yabancılara, azınlıklara benzer bir düşmanca tavırla yaklaştıkları biliniyor.

Bu paralellikler başta katliama uğrayan Hanau olmak üzere Almanya‘nın birçok yerindeki antifaşist protesto eylemlerinde, katliamda yaşamını yitirenler için gerçekleştirilen anma eylemlerinde ve cenaze törenlerinde de sık sık dile getirildi… Ve Adolf Hitler‘in liderliğindeki nazi partisi NSDAP‘nin (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) benzer süreçlerden geçerek güçlenip, iktidara geldiği hatırlatıldı ve demokrasiden yana olan herkesin uyanık olması, buna karşı mücadeleye katılmasının zorunluluğu vurgulandı.

SAĞ TERÖR HEP VARDI

Almanya‘daki demokrasi güçleri, anti-faşistler, bu uyarılarını uzun yıllardır yapıyorlar. Çünkü sağ terör Almanya‘da yeni bir sorun değil. Ülkedeki demokrasi her zaman bu tehlikeyle karşı karşıya kaldı. Sağcı şiddet özellikle Demokratik Almanya Cumhuriyeti‘nin (DDR) ortadan kalkması ve Federal Almanya Cumhuriyeti‘ne (FAC) bağlanmasının ardından daha da yaygınlaştı. 1990 yılından bu yana sağ terör eylemlerinde yaşamını yitirenlerin sayısı 200‘ü aşıyor. Resmi istatistiklerde bu sayı daha az görülüyor, ancak öldürülenlerin sayısının bunların çok üstünde olduğunu savunanlar da var…

Sağ terör sadece iki Almanya‘nın birleştirilmesinden sonra yaşanan bir olgu değil, daha önce de vardı.

Bir bölümü imparatorluk yanlısı aşırı sağcılar, 1‘inci Dünya Savaşı‘ndan yenik çıkan Alman İmparatorluğu‘nun yıkılmasının ardından kurulan Weimar Cumhuriyeti (1919-1933) boyunca gerçekleştirdikleri şiddet eylemleriyle ülkeyi kaosa sürüklediler. Aralarında Karl Liebknecht, Rosa Luxemburg, Kurt Eisner, Mathias Erzberger ve Walther Ratenau gibi önde gelen sosyalist ve sosyal demokrat liderlerin yer aldığı yüzlerce kişi sağ terör örgütlerinin ya da saldırılarında yaşamını yitirdi. Bu saldırıların faillerinin bir bölümü asker ya da polis olarak güvenlik güçleri içindeydi. Bu cinayetlerle ilgili soruşturmaların çoğu aydınlatılmadı, katillerden çok azı mahkeme önüne çıkarıldı, onlar da hafif cezalarla kurtuldular.

Bilindiği gibi bu kaos dönemi Adolf Hitler‘in liderliğindeki nasyonal sosyalist parti NSDAP‘nin iktidara gelmesiyle sonuçlandı. Mevcut sağ terör örgütlerinin hepsini kendi çatısı altında toplayan ve devleti tamamen ele geçiren NSDAP, 1933-39 yılları arasında binlerce, 1939‘dan sonra başlattığı büyük savaş döneminde de milyonlarca insanın yaşamını yitirdiği şiddet politikalarının kurbanı oldu.

Aşırı sağ II. Dünya Savaşı‘nın ardından Federal Almanya Cumhuriyeti‘nin kuruluş döneminden itibaren de var oldu. Bir bölümü de NPD (Almanya Nasyonal Demokrat Partisi) gibi partiler ya da benzer durumdaki dernek ve birlikler ya da ‘arkadaş grupları’ olarak bir araya geldiler. Zaman zaman yasal takibata uğrayan bu yapıların bir bölümü günümüzde halen aktif, bir bölümü kendi kendini feshetti ya da yasaklandı. Ama 2013 yılında Avrupa Birliği karşıtlarınca kurulan hızla aşırı sağcı bir partiye dönüşen AfD (Almanya İçin Alternatif), bu kesimler için bir “siyasi vatan” olmayı başardı, bu yapıların üyelerinin çoğunu çatısı altında topladı.

KURT ADAM BİRLİKLERİ

Aşırı sağın bir bölümü ise savaşın son aylarında SS lideri Heinrich Himmler‘in talimatlarıyla kurulan “Kurt Adam Birlikleri“ geleneğini yaşattı. Himmler, müttefiklerin ya da Kızıl Ordu‘nun eline geçen yerlerde “merkezi bir liderliği olmayan bağımsız kişi ya da grupların yürüteceği“ bir çeşit gerilla savaşı hedefliyordu. Bu direnişi bireysel ya da küçük ‘avcı gruplarının’ bir üyesi olarak yürütecek kişiler kurt adam (Werwolf) olarak adlandırıyordu. Kimi yerlerde ‘yalnız kurtlar’ olarak geçen ‘kurt adamların’ görevi halkı direnişe kazanmak için, bir yerden emir komuta almadan “düşmanlara ve hainlere” yönelik suikast ve sabotajlar gerçekleştirmekti. Bunda başarısız oldular. Ancak Federal Almanya Cumhuriyeti‘nin kurulmasıyla başlayan yeni dönemde Nazilerin bir bölümü bu geleneği sürdürdü. Bunların bir bölümünün, olası bir savaşta Batı Almanya‘nın Varşova Paktı‘nın kontrolü altına geçmesi halinde direnişi yürütmek ya da Sosyalist Blok‘la işbirliğini hedefleyen bir siyasal dönüşümü önlemek amacıyla CIA tarafından desteklendiği ileri sürülüyor. NATO‘nun Batı Avrupa‘daki gizli ordusu Gladio’nun Almanya‘daki faaliyetleri bilinmiyor. Ancak Soğuk Savaş döneminde başta İtalya olmak üzere çeşitli Batı Avrupa ülkelerinde gerçekleştirilen aşırı sağ terör eylemleriyle Gladio arasındaki bağlantılar, Almanya‘daki anti-komünist Nazilerin de bu dönemde üzerlerine düşen görevi yerine getirmiş oldukları iddialarını güçlendiriyor.

sag-terorden-fasizme-694040-1.

OKTOBERFEST‘İ KANA BULADILAR

Kurt adamların direnişine ilişkin eski naziler tarafından kaleme alınan el kitapları uzun yıllar boyunca aşırı sağ kesimlerde yaygın bir biçimde okundu. Bu “direnişçilerin” 80‘li yıllara kadar büyük çapta şiddet eylemleri olmadı. Ancak 60‘lı ve 70‘li yıllarda solcu politikacılara ve partilerin binalarına, soykırım anıtlarına ve soykırımla ilgili yayın yapan TV tesislerine yönelik silahlı, bombalı saldırıların bunlar tarafından gerçekleştirildiği sanılıyor.

Aşırı sağcı faaliyetleri nedeniyle Federal Alman ordusundan atılmış olan eski teğmen Michael Kühnen‘in çevresinde kurulmuş olan bir “kurt adam grubu“nun 70‘li yıllarda ortaya çıkarılmasına dikkat çeken uzmanlar, yeraltındaki “kurt adamlar“ın hep var olduğunu savunuyorlar. Nitekim Münih‘te 1980‘de Oktoberfest’i kana bulayan ve şimdiye kadar tam olarak açıklığa kavuşturulmamış olan, 13 kişinin yaşamını yitirdiği, 200 kişinin yaralandığı bombalı saldırının o bölgede faaliyet gösteren “kurt adamlarca” gerçekleştirildiği ileri sürülüyor.

80‘li yıllarda siyasi hedeflere yönelik bazı kundaklama ve bombalı saldırıların, banka soygunlarının da Himmler‘in talimatını verdiği birbirinden bağımsız faaliyet gösteren kişi ya da gruplarca gerçekleştirildiği sanılıyor.

Bu dönemde bireysel ya da grup halinde şiddete başvuran, özellikle göçmenleri hedef olan aşırı sağcıların eylemleri de yoğunlaşmaya başladı. Çok sayıda insan neo-nazilerin saldırısına uğradı ve dövülerek öldürüldü. Bunlardan biri daha sonra sağ terör kurbanlarının sembolü haline gelen Ramazan Avcı’ydı. Türkiyeli göçmenlerin yaşamını yitirdiği ilk kundaklama saldırısı da bu dönemde gerçekleştirildi. Nürberg yakınlarındaki Schwandorf‘ta 1988‘de meydana gelen saldırıda üçü Türkiye kökenli bir ailenin üyeleri olmak üzere dört kişi yaralandı.

HEDEFTE ARTIK DEVLET GÖREVLİLERİ DE VAR

Bu arada Köln Büyükşehir Belediye Başkanı Henriette Reker ve birçok yerel yönetici sığınmacılara ilişkin insani uygulamaları nedeniyle aşırı sağcı militanların silahlı saldırılarına hedef oldular. Onlar bu saldırıları yaralanarak atlattılar ancak Kassel Bölge Valisi Walter Lübcke onlar kadar şanslı değildi. Evinde yalnız bulunduğu bir anda yakından ateşlenen bir silahla öldürülmüş halde bulundu. Olay bir süre karanlıkta kaldı. Ancak sonunda onun Başbakan Merkel‘in sığınmacılardan yana insani politikasını desteklediği ve “Bunu kabul etmeyenlerin Almanya‘yı terk edebileceği” yolundaki sözleri nedeniyle, aşırı sağcı bir militan tarafından öldürüldüğü ortaya çıktı. Lübcke, Almanya‘da Weimar Cumhuriyeti‘nden bu yana sağ teröre canını veren ilk devlet yetkilisi oldu. Bazıları böylece “sağ şiddet“ açısından yeni bir döneme geçildiğini ileri sürdü, ancak bazı yetkililerin bu doğrultudaki açıklamaları, sağ terörün diğer kurbanlarının önemsenmediği yorumlarına yol açtığı için, sert tepkilerle karşılandı.

SIĞINMACI YURTLARI HEDEFTE

Sağ terörde asıl patlama 1990‘lı yıllarda yaşandı. Birleşmiş Almanya‘nın öncelikle doğusundaki kentlerinde aşırı sağcılarca birçok örgütlü ya da spontan şiddet eylemi gerçekleştirildi. 1990‘da sokak ortasında dövülerek öldürülen Angola kökenli Amadeu Antonio Kiowa, yeni Almanya‘da sağcı teröre canını veren ilk göçmen oldu. Daha sonra onun adına kurulan Amedeu Antonio Vakfı, günümüz Almanyası‘nda aşırı sağla mücadelenin önde gelen kurumlarından… Bu dönemdeki saldırıların hedefi öncelikle sığınmacı yurtları ve göçmenlerin konutlarıydı.

Aşırı sağcıların 1991‘de Hoyerwerda, 1992‘de Rostock-Lichtenhagen‘daki sığınmacı yurtlarına yönelik kitlesel saldırısı ve polisin gözü önünde bu yurtları ateşe vermesi tüm hafızalara kazıldı. Bu saldırılarda büyük bir tesadüf eseri can kaybı olmadı, ancak önce Mölln (1992) ve daha sonra da Solingen‘de (1993) Türk göçmenlerin evlerine aşırı sağcılarca gerçekleştirilen kundaklamalar sonucu çoğu kız çocuğu sekiz kişi yaşamını yitirdi. Bu saldırıların failleri psikolojik sorunları olan fanatik bireyler olarak gösterildi. Resmi ağızlardan “sağ terör“ tanımı duyulmadı hiç. Sığınmacı yurtlarına yönelik kundaklama girişimleri devam etti, gitti.

PEŞPEŞE ÖRGÜT DAVALARI

Daha sonra 2000-2007 yılları arasında Almanya‘nın çeşitli yerlerinde seri cinayetlere kurban 8‘i Türkiye kökenli esnaf olmak üzere 10 kişinin, kendisine NSU (Nasyonal Sosyalist Yeraltı) adını veren bir terör örgütünün hedefi oldukları ileri sürüldü. NSU terör örgütüyle ilgili mahkeme büyük bir fiyaskoyla sonuçlandı. Ancak bu arada göçmenlerin, sığınmacıların yurtlarına, konutlarına saldırmak üzere bir araya gelen aşırı sağcıların bir bölümü, “terör örgütü“ olarak yargılanmaya başlandı. 2015 yılında ortaya çıkarılan “Oldschool Society“ ve “Freital Grubu“ adıyla bilinen örgütlerin üyesi olmak suçundan yargılanan 12 kişi hapis cezalarına çarptırıldılar.

Son yıllarda devlet görevlilerine ve politikacılara karşı da radikalleşen sağ terörün sığınmacılara ve halka yönelik eylemleri yeni boyutlar almaya başladı.

2018 Ağustos‘unda göçmen kökenli bir Alman‘ın sığınmacılar tarafından bıçaklanarak öldürülmesini istismar eden aşırı sağcılar, doğudaki Chemnitz kentinde uzunca bir süre terör estirdiler. Gün boyunca sokaklara dökülen sağcı militanlar, kent içindeki göçmenleri kovalayıp, tartakladılar, tehdit ettiler. Daha sonra kendilerine karşı çıkan solcularla çatışan sağcı militanlara Almanya‘nın birçok yerden yeni katılımların olduğu gözlendi. Bu dönemde kurulan ‘Revolution Chemnitz’ örgütü üyeleri planladıkları kanlı eylemleri gerçekleştiremeden yakalandılar. Halen yargılanmaları süren bu örgüt üyelerinin 3 Ekim Birlik Günü’ndeki resmi törenlere saldırı düzenlemeyi ve bu saldırıyı solcuların üzerine atmayı, böylece ülkeyi bir kaos ortamına sokmayı hedeflediği ortaya çıktı.

CHRİSTCHURH KATLİAMINI MODEL ALMIŞ

Son zamanların bir diğer önemli terör eylemi de doğudaki Halle kentinde geçen yıl 9 Ekim’de gerçekleştirildi. Yahudilerin kutsal Yom Kippur gününde Halle’deki sinagoga saldırmaya çalışan sağcı terörist Stephan Balliet, kapıyı açıp, içeri giremediği için hedefine ulaşamadı. Planladığı gibi çok sayıda insanı öldüremedi.

Bunun üzerine arabasına atlayıp ikinci hedef olarak seçtiği bir dönerciye gitti. Orada karşısına çıkan bir müşteriyi vurarak öldürdü, sonra da yolda yürüyen bir genç kadını. Kurbanlarının ikisi de Almandı. Tutuklanan ve henüz mahkeme önüne çıkarılmamış olan teröristin eylem sırasında yaptığı video yayını, sağcı teröristlerin İsveç ve Yeni Zelanda‘daki eylemlerini model aldığını gösteriyordu. Son olarak iki hafta önce ortaya çıkarılan ve üyelerinden 12‘i yakalanan bir terör örgütünün planları aşırı sağ şiddetin önümüzdeki dönemde daha da radikalleşeceğinin işaretlerini veriyordu.

Yetkililerin açıklamasına göre “Gruppe S.” adı altındaki örgütün, Almanya‘nın 10 eyaletinde aynı anda 10 camiye girerek, namaz kılmakta olan cemaate silahlı saldırı gerçekleştirilmesi ve böylece ülkeyi iç savaşa götürecek bir kaos ortamına sokulması hedefleniyordu. Kamuoyu birbiriyle sosyal medya üzerinden tanışan söz konusu örgütün üyelerinin hedeflerinin boyutunun şokunu yaşarken, masallar kenti Hanau, ülke tarihinin en ağır katliamıyla kana bulandı.